Serdar Demirel

Serdar Demirel

Tesettürü koruma vakti gelmedi mi?

Tesettürü koruma vakti gelmedi mi?

Geçen Pazartesi akşamı İstanbul’un yoğun ve yorucu trafiğinden kendimi eve zor atmıştım. Bütün gün ders anlatmanın ses tellerime yüklemiş olduğu stresin de etkisiyle sadece susmak ve biraz da dinlenmek amacıyla televizyonun karşısına geçtim. 

24 TV’de Elif Çakır’ın moderatörlüğünü yaptığı ‘Söz Bitmeden’ programının konuğu Star Gazetesi yazarlarından Sibel Eraslan’dı. Başörtüsünün TBMM’ye sıkıntısız ve kavgasız olarak girebilmesini, böylece toplumun ve siyasi partilerin rahatlamasını değerlendiriyordu.

Bunun ne manaya geldiğini başörtüsü mücadelesinin her kademesinde bir mağdûre, hukukçu, bir aktivist ve de yazar olarak bulunmuş Sibel Hanım’dan dinlemek önemliydi.

Sibel Hanım gözyaşlarını tutamadı. Eminim onu izleyenler de duygu dolu anlar yaşadılar, çekilen çileleri, ödenen bedelleri hatırladılar...
Programın sonlarına doğru artık kendime zaman ayıracağım diyordu Sibel Hanım. Farklı yerleri gezip göreceğim, meselâ çocukluk hayalim olan Greenland’e gideceğim diyordu.

Uzun soluklu bu mücadelede bedel ödemiş ve bedel ödeyenlerin davasını üstlenmiş birçok hanımın Sibel Hanım’la aynı duygu boyutunda buluştuğunu, artık kendilerine zaman ayırmayı planladıklarını, ertelenmiş hayâllerinin peşinden gitmek istediklerini zannediyorum.

Başörtüsü yasağının asker, yargı ve emniyet teşkilatları hâriç diğer kamusal alanlarda kalkmış olması ve bir rahatlamanın gelmesi elbette önemlidir. Öyle ki, bundan sonra bunun ehemmiyetinden dolayı bu tarihten bir milat gibi bahsedeceğiz; başörtüsü yasağı dönemi, başörtüsü yasağı sonrası, diye. 12 Eylül öncesi, 12 Eylül sonrası; 28 Şubat öncesi, 28 Şubat sonrası gibi.

Tesettürün olmazsa olmaz bir parçası olan başörtüsü sadece hizmet alanlar için değil hizmet verenler için de önemli ölçüde serbest dedik. Ancak bu önemli hakkın kazanımı sürecinde tesettür de ciddi yaralar aldı, bunu görmezden gelemeyiz.

Gelinen aşamada birçok tesettür pratiğinin aldığı şeklin fıkıhtan onay alması zordur meselâ. Kumaş  parçasını tesettüre dönüştüren ruh ise, tehdit altındadır. Bunun sebebi de ne katı laik uygulamalar ne de ceberrut siyasilerdir. Bunun sebebi bizzat dindarlardır.

Bu süreçte beden hatlarını deşifre etmeyen sâde tesettürden beden hatlarını deşifre eden dar, şeffaf veya aşırı albenili tesettüre geçtik. Tesettür moda ilahına teslim olarak ruhundan kopmaya başladı maalesef. Manayı takvada değil marka tesettürlerde arar olduk..

Oysa başörtüsü mücadelesi özünde Allah (c.c)’ın emirlerinden bir emre itaat etme hassasiyetinin kamusal hayattaki tezahürüydü.

Peki, o zaman buraya nasıl evrildik? Kuşkusuz bunun birçok sebebi vardır. Ancak bir tanesi tamamen yasağın dayattığı psikolojiyle alakalıdır.  Başörtüsünü hür kılmak için katı laiklerin de hoş bakacağı standartlara çekmek gerekiyordu tesettürü. Öyle sanıldı. Kurgusu tesettürün ruhuna aykırı olan “moda”nın nesnesi olmasına göz yumulursa kabulün hızlanacağı varsayıldı. Öyle de oldu.

Bu yanılgı kadının şık ve zarif olma zaafiyetiyle buluşunca da Müslümanlar tesettür tasavvur ve pratiklerinde zora girdiler.

Yüzbinlerce hanım bu sürecin direkt mağduru oldu. Onların akrabaları, sosyal çevreleri de derece farkına göre bu yasaktan etkilendiler. Bu süreci atlatana kadar tesettürün şirinleştirilmesi bu yüzden de pek fazla itirazla karşılaşmadı.

Zamanla birçok insan inandığı gibi yaşamadığı, yaşayamadığı için yaşadığı gibi inanmayı tercih etti. Sonuç olarak diyeceğim o ki, yeni ama daha zor bir mücadelenin; yani tesettürü bu tehditten kurtarmanın zamanı gelmedi mi?

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
2 Yorum
Serdar Demirel Arşivi