“Fakirliğin tadına doyum olmuyor”

“Fakirliğin tadına doyum olmuyor”

“Hocam, yaşım seksen altı. Zenginliği yaşadım. Fakirliği yaşıyorum. Her ikisini de tattım. Sana şunu söyleyeyim, fakirliğin tadına doyum olmuyor.”

Bu sözleri bu yaz, Ege denizi kenarında yaşayan 28 yıllık dostum Ahmet Ağa söyledi.

Ahmet ağanın babası bir zamanlar köyün en zengini. Oğlu Ahmet, at üstünde büyümüş. Babası, köyün bekarlarını evlendiren, fakirlerini doyuran, faizsiz borç para veren, gelip geçen yolculara devamlı kazanlarda yemek kaynatan dini bütün bir hacet kapısı.

Ahmet ağa babası ölünce şehre inmiş. Babadan kalan tarla ve bahçelerin geliri ilk günlerde onu çok rahat yaşatmış ama çocuklar büyüyüp iş kurma hevesine kapılınca Ahmet ağa satmış bir yeri vermiş çocuklarından birine sermayeyi.

Öbürüne vermiş, diğerine vermiş, ne hikmetse çocuklar başarılı olamamışlar ve hep batmışlar.

Baba ses çıkarmadan satıp vermeye devam etmiş.

Ahmet ağanın babası Ahmed’inin bir dediğini iki etmemiş.

Ahmet çocuklarının gönlünü kırar mı?

Tarlaları, bağları kırmış ama çocuklarının gönlünü kırmamış.

Satılacak mal kalmamış ama çocuklar da bir şekilde emekli olmuşlar.

Şimdi çocukları, babalarının gönlü kırılmasın diye etrafında pervane oluyorlar.

Ahmet ağa çarşıya çıkarken kendine hala özen gösteren bir sevimli ihtiyar.

Kadı biçimi pantolonu, tertemiz gömleği, cepken gibi özel ustanın diktiği yeleği, yalnız namaz kılarken giydiği, sokakta gezerken özenle katlayıp sol kolu üzerine attığı ceketi ile çarşıya her çıkışında yaşı otuzun üzerinde olanlar ona saygılarını sunarlar ve dükkanına girmesi bir çayını içmesi için ricada bulunurlar.

Ben onu 1981 yılında tanıdım. Zenginler arasından parasal olarak aşağı düşerken itibar olarak yukarılarda olduğu günlerde tanıdım.

Bir gün bana “Senden bir ricam var, ben ölünce kabrime geleceksin ve bir Yasin okuyacaksın” dediğinde ben de ona “Söz, okuyacağım. Ancak sen de uçak ve gemiyle yolculuk yapmayacaksın. Yoksa ben senin kabrini nereden bulacağım” demiştim.

Bir gün İstanbul’a beni görmeye gelirken, Yalova’dan veya Topçulardan gemiye binmeyen otobüs aramış.

Otobüste yanında oturan delikanlının asker olduğunu öğrenince cebinden epey miktarda parayı asker gencin eline sıkıştırmış ve askerde bölüğünüzde kaç tane namaz kılan asker var? Diye sormuş.

Asker gencin verdiği sayıya göre cebinden para çıkarmış ve “bu paraları o gençlere ver” demiş.

Bu sene cami önünde karşılaştığımızda yanına yaklaşırken “Bak..” dedim hemen o atıldı ve “Uçağa ve gemiye binmiyorum” dedi.

Sonra bir kahveye gittik. Kendinden ve üzerindeki elbiselerden başka bir şeyinin olmadığını ve fakat yukarıda yazdığım gibi fakirliğin tadına doyum olmadığını söyledi.

Kahveci, Ahmet ağanın çok iyiliklerini gördüğünden çay parası almak istemedi ama yanımdaki dost zorla verdi.

Ahmet ağa yaptığı iyilikleri unuttuğundan “Bu adamlar beni nereden tanırlar bilmem. Hiç para almıyorlar” diyor.

Bugünkü gazetelerden birinde hovarda zenginlerimizden birinin yakınma haberi vardı.

Kendisi hastaneye düşünce vekalet verdiği dostları ile sevgilileri fabrikalarına, apartmanlarına, villalarına el koymuşlar.

Dostları ve sevgilileri onun zor günlerinde tekme vurup gitmişler.

Bu yazımda ben fakirliği övmüyorum.

Sevgili peygamberimiz “Allah’ım, fakirlikten, azlıktan, zilletten, zulmetmekten, zulme uğramaktan Sana sığınırım” diye dua etmiş. (Ebu Davud, Sünen, 1/482, hadis no: 1544 ve birçok hadis kitabı da rivayet etmiş.)
İki zenginin yaşam farklarını, umdukları ve bulduklarını dile getirmek istedim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi