Cemal Nar

Cemal Nar

İslam’ı Konuşturmak

İslam’ı Konuşturmak

Merak ediyorum; bu Esed zalimi kendisi Müslüman olmasa bile Müslümanların arasında yaşıyor. Acaba azıcık da olsa öldükten sonra dirilmeye inanmıyor mu?

İnsan kalbi bu kadar canavarlaşmaya yetecek kadar büyük mü?

Acaba kalbin artık alamama, kapasitesinin dolup patlama haddi var mıdır?

*  *  *

Rasûlullah (sav) buyurdular ki:

“…İnsan bedeninde bir et parçası vardır. O iyi olursa bütün beden iyi, kötü olursa bütün beden kötü olur. Dikkat ediniz ki, o kalbdir.” (Buhârî, Îmân, 39)

Gafletten kurtuluş için kalbi tasfiye, nefsi tezkiye edip gönlü mâsivâdan boşaltmak ve kâinattaki kudret, hikmet ve zerâfet tezahürlerini değişik manzaralar hâlinde gönülde seyredebilmek, zarûrîdir.

*  *  *

Mahlûkatın tümü yok olduktan sonra diri kalacak olan, ebedî olan, dünya hayatındaki servetlerin geçici sahipleri ahirete göçtükten sonra da varlığı devam edecek olan, servetlerin gerçek sahibi olan “el-Vâris” Allah Teala’dan kalbimizi iman nuruyla aydınlatıp ibadet ve ahlak ile arındırmasını ve selim hale getirmesini dileriz.

Böylece onun yanında biz de edebî mutluluğu tatmış olacağızdır. Yoksa eli boş yüzü kara gitmek kaçınılmazdır.

*  *  *

Kalb eğitiminde hedeflenen nokta, kalbin sürekli Allâh ile beraber olma şuuruna, yani ihsân makamına erişmesi ve böylece diri kalb vasfına kavuşmasıdır. Kalbin bu kıvâma ulaşması için mâsivâdan, yâni Allâh’ın dışındaki her şeyden arınmış olması zarûrîdir.

Bu kıvâma ulaşan kalb, ince ve derin hakîkatleri görür hâle gelir. Kalb, kesâfetten kurtulup letâfete büründüğü nisbette de ilâhî esmâ ve esrârın mâkesi olur. Böylece Cenâb-ı Hakk’ın kalb yoluyla bilinmesi demek olan mârifetullâh hâsıl olur ve ilim irfâna dönüşür.

*  *  *

Bir kalbe iman girerse orasını bam başka bir hale çevirmel değil mi?

Mesela Musa’ya iman eden sihirbazlar gibi…

Mesela ashabı uhdut gibi…

Mesela ashabı kehf gibi…

Mesela Hz. Ömer gibi…

Bizden ne haber mesela?

*  *  *

 

Hazret-i Ömer hilafeti zamanında, Şam’a gitmek için Medine’den yola çıkmış. Yanında bir köle var.

Ve devlet başkanı Hazret-i Ömer’in bir deveden başka bineceği yok.

Ne yapacaklar?

var idi. Bir saat Hazret-i Ömer o deveye binerdi, bir saat de Eslem isimli köle binerdi.

Şam şehrine girecekleri vakit, deveye binmek sırası Eslem’e gelmişti.

Ne olacak şimdi?

*  *  *

Ashâb-ı kiramın   Hazret-i Ömer’e yalvarır:

-Efendim, bu saatte deveye siz binmelisiniz. Yoksa bu şehir sizi yadırgar, küçük görür.

Hazret-i Ömer çok nettir:

-Ben sıramı savdım. Şimdi sıra Eslem’indir. Deveye niçin ben bineyim?

*  *  *

Hz. Ömer’i Şam’da İslam ordusunun kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrâh hazretleri karşılamaya çıkmıştı. Beraberinde büyük bir kalabalık vardı.

Fakat karşıda gördükleri manzara onu da korkuttu. Hz. Ömer yürüyor, deveye kölesini biniyordu.

Hatta devenin yularından tutmuş, ıslanmasın diye ayakkabılarını çıkarıp dereden geçiyordu.

Uzaktan bakan; deveye binmiş köleyi halîfe, devenin yularını çeken Hz. Ömer’i de köle zannediyordu.

Olacak iş miydi?

*  *  *

Bunu gören Ebû Ubeyde bin Cerrâh telaşla ona yaklaşıp dedi ki:

- Efendim, bütün Şamlılar, bilhassa Rumlar, Müslümanların halîfesini görmek için toplandılar. Size bakıyorlar. Bu yaptığınızı nasıl îzâh edebilirsiniz? Sizi köle zannedecekler, küçümseyecekler.

Hz. Ömer buyurdu ki:

- Yâ Ebâ Ubeyde! Senin bu sözünü işitenler, insanın şerefini, vâsıtaya binerek gitmekte ve süslü elbise giymekte sanacaklar. Biz daha önce zelîl ve hakîr bir kavimdik. Allah Teâlâ bizleri Müslümanlıkla şereflendirdi. Bundan başka şeref ararsak, Allah Teâlâ, bizi zelîl eder, her şeyden aşağı eder.

*  *  *

Şehre böyle girdiler.

Gerçekten bu hareketi, onun şerefini küçültmedi, aksine büyüttü.

Bakın hala onu konuşuyoruz.

O İslam’ın izzet ve şerefini, müslümanların ahlak ve faziletini, ille de tevazuunu böyle konuşturuyordu. 

İslam’ın insana verdiği izzeti böyle gösteriyordu.

Eğer tersi olsaydı, ne o etki olacaktı, ne de konuşturabilecekti. Sıradan bir davranış olarak unutulup gidecekti.

*  *  *

İyi de, ya biz?

Biz izzet ve şerefi nerede arıyoruz?

Halimizle kime İslam’ı konuşturabiliyoruz?

 

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
Cemal Nar Arşivi