İbrahim Kiras

İbrahim Kiras

Trump'la anlaşmazlığımızın asıl sebebi

Trump'la anlaşmazlığımızın asıl sebebi

Son yıllarda Washington’la ilişkilerimizin gözle görülür birtakım arızalar vermeye başlaması ve nihayet geçtiğimiz hafta itibarıyla bu arızaların kriz boyutuna ulaşmış olması tek bir faktörün eseri olarak görülemez. Mesela problem üreten başlıca faktörlerden biri Türk toplumuyla Amerikan toplumunun ve dolayısıyla iki ülkenin medyasının, aydınlarının, siyasi liderlerinin aynı dili konuşmaktan uzak oluşları. Dil farkı derken Türkçe ile İngilizceyi kastetmiyorum elbette. İki ülkenin özgün değer sistemleri, birbirinden farklı siyasi gelenekleri ve yönetim anlayışları var. Bir ülkede doğal görünen bir tutum diğer ülkede kabul edilemez bulunabiliyor. Bir toplumun belirli konulara yönelik hassasiyetleri diğer toplum tarafından anlamsız bulunabiliyor veya en azından aynı derecede önemli ve hayati bir konu olarak görülmeyebiliyor. İşte bu faktör diğer faktörlerin de etkisini arttırıyor, çünkü aynı dili konuşmayan muhatapların aralarındaki sorunları müzakere etmeleri zor oluyor.

Bunun dışındaki faktörleri siyasi konjonktüre ve değişen küresel ve bölgesel jeopolitik şartlara bağlı olarak iki kategoride görmek lazım.

Jeostratejik faktörler: Türkiye’nin transatlantik ittifak sistemi içinde yer alışının jeopolitik zorunluklara dayandığını herkes biliyor. Hem yaklaşık iki asırdır kendisini Avrupa ülkesi olarak tanımlayan ve modern sosyopolitik standartları benimsemek anlamında Avrupalılaşmayı milli hedef kabul eden bir devlet olmamız hasebiyle hem de bölgesel güvenlik kaygılarımızı gidermek için bu ittifak sistemi içindeyiz.

Rusya’nın öteden beri önce Karadeniz’de hakimiyet stratejisi, sonra Akdeniz’e çıkış yolu bulma arayışı bu büyük ve güçlü komşumuzu bizim için tehdit haline getirdiği için Osmanlının son asırları Rus tehdidine karşı bu ülkenin Avrupalı rakipleriyle işbirliği ve ittifak ilişkileri kurma teşebbüsleriyle geçmişti. Bolşevik ihtilalinden sonraki birkaç yıl boyunca Rusya’yı yöneten kadrolar devletin geleneksel emperyalist politikalarından vaz geçer gibi olmuşlar ve bu dönemde Batılı emperyalist güçlere karşı bağımsızlık savaşı veren Türkiye’ye ciddi bir destek sağlamışlardı. Ancak, bu politika ancak birkaç yıl sürdü. Rus tehdidinin doğrudan toprak talebiyle yeniden karşımıza çıktığı süreçte NATO’ya girdik.

Soğuk Savaş döneminde Türkiye NATO’nun “kanat ülkesi” olarak taşıdığı jeostratejik önem dolayısıyla Batı sistemi içindeki yerini koruyabildi. Soğuk Savaş’tan sonra ise özellikle Balkanlar ve Transkafkasya bölgelerinin yeniden düzenlenmesi süreci içinde üstlenebileceği rol dolayısıyla yine önemsendi.

Bilahare AK Parti iktidarları döneminde ise Ortadoğu bölgesi üzerindeki nüfuz gücümüz özellikle Irak’ın işgalinin ortaya çıkardığı karmaşa içinde önemli hale gelmişti. Ama sonraki süreçte özellikle Suriye iç savaşının doğurduğu komplikasyonlar çerçevesinde ABD ile bölgesel çıkar önceliklerimiz farklılaşmaya yüz tuttu.

Diğer yanda ise değişen dünya dengeleri çerçevesinde Türkiye’nin vazgeçilmez bir müttefik olma niteliğini kaybettiğine ilişkin bir düşünce Washington’da yankı bulur oldu bu son dönemde. ABD yönetiminin politika yapıcı kadrosunun benimseyebileceğini düşünemesek de bu yaklaşımın konjonktrürel problemlerin müzakeresinde aleyhimizde bir hava ve ekstra bir zorluk oluşmasında etken olduğu söylenebilir.

Konjonktürel faktörler: Bugünlerde “sıcak dosya” olarak masa üstünde bulunan Rahip Brunson konusunun şu veya bu şekilde çözüme ulaştırılması problemleri bitirmeyecek. Çünkü çözüm bekleyen birçok dosya daha var.

FETÖ elebaşının yıllardır ABD’de ikamet ediyor olması; 15 Temmuz’dan sonra gündeme gelen iade talebimize Washington’un olumlu cevap vermekten kaçınması bizim açımızdan karşı tarafa yönelik güvensizlik kaynaklarının başında yer alıyor. Bu arada Türkiye’nin son birkaç yıl içinde Suriye’deki YPG yapılanmasına karşı mücadelesinde stratejik müttefikini yanında değil karşısında bulması dolayısıyla atılmaya başlayan Rusya ile işbirliği adımları da ABD ile anlaşmazlıklarımızı derinleştiren bir başka faktör. Türkiye’nin S-400 alma kararına karşılık F-35’lerin gündeme getirilmesi bu bağlamda ciddi bir sıkıntı.

Diğer yandan, İran’a yaptırımların delinmesi davası çerçevesinde eski genel müdür yardımcısı yargılanıp cezalandırılan Halkbank’a mali ceza verilme ihtimali ilişkilerin diken üstünden inmesini zorlaştıran etkenlerden bir diğeri.

İran demişken, sorunlarını diyalogla çözmek veya hedeflerine kırıp dökmeden ulaşmak gibi diplomatik bir anlayışa sahip olmayan Trump’ın gerek Filistin gerekse İran konularında ateşe benzin dökmeye yönelik politikalarının Türkiye tarafından desteklenmesi mümkün değil. Bu durumda tıpkı ABD’nin Avrupalı müttefikleri gibi Ankara’nın da Washington’la karşı karşıya gelmesi kaçınılmaz. Bu da iki ülke arasındaki anlaşmazlıklar dosyasının kabartan ve ilişkilerin iyileştirilmesini zorlaştıran bir başka faktör.

Bütün bu problemlerin bir anda çözüme kavuşturulması mümkün değil elbette. Ancak her iki tarafın da çıkarı çözüm tarafında olduğu için bu yönde ortak bir iradenin oluşması imkânsız değil. Bunun için ise siyasi müzakereye ihtiyaç var. Ne var ki birbirlerinin dilini konuşamayan iki tarafın sağlıklı bir müzakere sürdürebilmeleri beklenemez.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
İbrahim Kiras Arşivi