D.Mehmet Doğan

D.Mehmet Doğan

İttihad-ı İslâmdan islâmcılığa

İttihad-ı İslâmdan islâmcılığa

Köşedaşımız İbrahim Kiras “islâmcılık” konusu etrafında yazıyor son zamanlarda. Dikkatle takip edildiğini sanıyorum. İslâmcılık kavramının ortaya çıkışı kadar 21.yüzyılda siyasî bir hareketi tanımlamak için kullanılması da en azından sıkıntılı.

“İslâmcılık” kavramının vücut bulmasına yol açan gelişmeler için 19. yüzyılın sonlarına gitmemiz gerekiyor. 19. Yüzyıl sonlarından itibaren “islâmcılık” farklı seviyede iki ana çizgi olarak etkili olmuştur. Bilinen ve üzerinde çok durulan Afganî-Abduh tarafından ortaya atılan panislâmist (ittihadıislâmcı) görüşler etrafında oluşan fikrî-entelektüel “islâmcılık” ile, daha çok Osmanlı ülkesinde olmak üzere bütün İslâm dünyasında 19. Asrın ikinci yarısından itibaren oluşan halk fikriyatı, batıya karşı bir nevi kendiliğinden (spontan) “milliyetçilik” şeklinde ortaya çıkan görüşler bütünü ve hissiyattır.

Afganî-Abduh çizgisi, siyasî hedefler gözeten, bunu batı sömürgeciliğine karşı panislâmcılıkla sağlamaya çalışan bir yaklaşım. Bu akım bütün siyasî etkilerine rağmen, gerçek bir siyasî zemin oluşturamamış ve geniş kitlelere mal olmamıştır. Esas olarak modernist, akılcı (hatta pozitivist)-selefî bir akımdır ve tasavvufu, tarihî ve kültürel birikime yaslanan halk İslâmını dışarıda bırakır.

Buna karşılık halk islâmcılığı (bu bir nevi “milliyetçilik”tir) 19. Yüzyılın sonlarında, Sultan 2. Abdülhamid’in politik kavrayışı çerçevesinde etkili bir zemin bulabilmiştir. Bu islâmcılığın, Abdülhamid uygulamaları ile aldığı şekil, Türk modernleşmesinde oynadığı rol, Türkiye’de ancak son yıllarda açıkça dile getirilebilmiştir. (Kemal Karpat’ın İslamın Siyasallaşması kitabı ve makaleleri bilhassa önemli) Cumhuriyet’in dayandığı “millî irade” kavramının Abdülhamid döneminde pekiştiği, Abdülhamid’in ittihadıislâm çerçevesinde bir anlamda millî bir devlet kurumlaştırdığı, “hanedan”ın önüne milleti geçirdiği, bu yüzden kritik bir anda hanedanın değil, milletin önplana çıktığı, böylece Cumhuriyet’e geçişin kolaylıkla mümkün olduğu savunulmaktadır.

“İslâm birliği” anlamında “islâmcılık”, sonradan gösterilen bütün önemsizleştirme gayretlerine rağmen, Millî Mücadele’nin arkaplanında  gerçekten müessir olmuş, fikrî islâmcılığın Türkiyedeki en etkili ve şöhretli ismi Mehmet Âkif, “İslâm şairi” olarak Millî Mücadele’ye katılması için Mustafa Kemal Paşa tarafından Ankara’ya dâvet edilmiştir. Mehmet Âkif bu dâvete icabet etmiş, islâm birliği akımının yayın organı sayılan Sebilürerşad dergisi (TBMM kayıtlarındaki ifade ile, “Sebilürreşad ceride-i islâmiyesi”) TBMM’nin desteği ile üç yıl boyunca Ankara’da yayınlanmıştır.

Millî Mücadele’nin başlangıç safhasında, bilhassa İngilizlere karşı İslâm dünyası ile dayanışma, böylece Anadolu’daki hareketin İslâm âleminde meşrulaştırılması, buna karşılık sömürgeci güçlerin büyük bir İslâm ihtilali ile tehdit edilmesi yönünde çalışmalar önemlidir. Ankara’da Mustafa Kemal Paşa tarafından yayınlanan Hâkimiyet-i Milliye’nin başyazılarında Ankara’nın “İslâm kıyamının (ayaklanmasının) karargâh-ı umumisi (genel karargâhı)” olduğu belirtilmiştir. (İslâm Şairi İstiklâl Şairi Mehmed Âkif kitabımıza bakılabilir).

Millî Mücadele’den sonra milletlerarası sisteme eklemlenme süreci, yani “Yakın Şark İşleri Konferansı” (Türkiye’deki resmî adlandırma: “Lozan Konferansı”) dinî nitelikli yaklaşımların ve İslâmî-islâmcı düşüncenin sonunu getirmiştir. “İstiklâl Marşı”nı ısrarlı teklif üzerine yazan ve Millî Mücadele’nin fikrî kahramanlarından biri olan Mehmed Âkif, Cumhuriyet’ten sonra, global sisteme uyum zorlaması ile tamamen saf dışı bırakılmış ve hatta Türkiye’de yaşama zemini yok edilmiştir.

1925’te Takrir-i Sükûn kanunu ile Sebilürreşad’ın kapanışı, Türkiye’de dinî ve islâmî düşüncenin yayın mecrasının yok edilmesi anlamına gelmektedir. Bu itibarla 1939’da Nureddin Topçu’nun, dini tefekkür unsuru olarak alan yazılarıyla Hareket mecmuası, yeni bir zemin açmıştır. Bu zemin Türkiye’deki düşünce kısırlığı yüzünden çok fazla etkili olamamıştır. Daha sonra (1943’den itibaren) Necip Fazıl’ın Büyük Doğu’su, daha vulger-siyasi dinî unsurlar ihtiva eden bir süreli yayın olarak ortaya çıkmıştır.

Türkiye’de Osmanlı’dan Cumhuriyet’e geçişte “islâmcılık” düşüncesinin en önemli düşünürü olan Nureddin Topçu, ikinci tarz islâmcılığa yakın durmuştur. Tahsili, fikrî kapasitesi ilk bakışta birincisine yakın düşmesini gerektirir, fakat o bu fikriyattan uzak durmuş, milliyetçilik düşüncesinin Türkiye’deki gerçek ve tabiî zeminlerini araştırmış ve bu yüzden de tarih, kültür ve medeniyet kavramlarına ağırlık vermiştir.

Topçu’yu 1960’larda belirmeye başlayan ideolojik islâmcılıktan ayıran en önemli unsurlardan biri tasavvuftur. Topçu, Türkiye’ye döndükten sonra nakşibendiliğin Gümüşhanevî kolu ile ilişki kurmuş, Abdülaziz Bekkine Efendi’ye bağlanmıştır. Onun fikriyatında tasavvuf önemli yer tutar. Topçu’nun 1970’lerde ortaya çıkan dinî-islâmcı siyasî oluşumlara sıcak bakmadığı da bilinmektedir. “İslâmı sömüren siyaset” yazısı başlıbaşına önemlidir.

Buna karşılık Topçu, bir taraftan anti-materyalist ve anti-komünist bir düşünce zeminine yaslanırken, öte taraftan «sosyalizm» kavramını fikriyatında önemli bir yere sahip kılmıştır. «İslâm sosyalizmi», “Müslüman Anadolu sosyalizmi”, «Anadolu İslâm sosyalizmi», “İslâm’ın ruhçu sosyalizmi” gibi kavramlaştırmalarını, soğuk harbin kavramlar savaşı döneminde bulunduğu yer itibarıyla, cesaretle kullanmıştır. Dinî hareketlerin neredeyse tamamıyla kapitalist nizam tarafında durduğu bir dönemde, Topçu, sosyalizmi savunarak da islâmcılardan ayrılmıştır.

Topçu›nun düşüncesinde Osmanlı dönemine yapılan atıflar önemli yer tutar. Osmanlı döneminin dışlandığı bir sırada cesaretle Osmanlı tecrübesinin değerine vurgu yapar. (“İslâmcılık” adlandırmasının yanlışlığı üzerinde başka bir yazımızda durmak niyetindeyiz).

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
D.Mehmet Doğan Arşivi