Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Ağacın kökleri sağlam mı?..

Ağacın kökleri sağlam mı?..

Osmanlı Devleti’nin çökerek tarih sahnesinden çekilişi ve yerine Türkiye Cumhuriyetinin kuruluşu ve devamında yaşananlar; hemen her kesim tarafından farklı şekillerde değerlendirilen bir süreçtir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Osmanlı Devleti’nin bir devamı mı olduğu, yoksa 23 Nisan 1920’de kurulan TBMM ile, tamamen yeni bir başlangıç mı yapıldığı konusu bile hâlâ tartışılmaya devam edilen bir husus.

TBMM’nin kuruluşunun 88, Cumhuruyetin ilanının 85. yılındayız. Ama birçok önemli kuruluşun başlangıç tarihi için Osmanlı’yı, hatta Selçuklu’yu referans alabiliyoruz

Mahir Kaynak’ın 22 Kasım tarihli Star’daki yazısı, şimdiye kadar söylenenlerden çok farklı ve belki de birçok açıdan ezberleri bozabilecek bir yazı idi.

‘Tartışmanın özü’ başlıklı yazı, Osmanlı’dan Cumhuriyete geçiş ve bilhassa Cumhuriyetin ilk yıllarında olup bitenlerle alakalı olarak, farklı bir bakış açısını dile getiriyor.

Türkiye’de yıllardır devam eden tartışmaların genellikle ‘Cumhuriyetin temel ilkeleri, ideoloji ve özgürlükler üzerine” olduğunu ve ‘sorunların niteliği ve çözüm yollarının ikinci planda kaldığına’ dikkat çeken Kaynak, tartışmanın taraflarının da, iddialarını ispat peşinde olduğunu, bunun çözüme katkı yapıp yapmadığının, kimsenin umurunda olmadığını, vurguluyor.

Taraflardan birisi; devrimlerin kimliklerini oluşturanlar da dahil hemen her şeyi değiştirdiğini; diğeri ise, bunlar geriliğin simgesi olduğu için korunamayacağını söylüyor, Kaynak’a göre. Ve tartışma da zaten buradan çıkıyor.

Geçiş sonrasında yaşanan değişimi izah sadedinde, “Biz bir ağaç gibi idik. Kökümüzden sökmemeleri için dibimizden kesilmeye razı olduk” şeklinde yazısını sürdüren Kaynak; yaşanan sürecin, yok olmamak için başvurulan bir çare olduğunu ima ediyor ve şöyle devam ediyor:

“İlkelerimiz bizi koruyan bir duvar gibiydi ama bu duvar, aynı zamanda, bizden olanları farklılaştırdı.”

Bu izah biçimi; geçmiş yıllarda, çeşitli kişilerden duyduğum bir izah tarzına benzediği için yazı çok dikkatimi çekti belki.

Bu izah tarzının bir benzerini, ilk olarak, 80’lerin ortalarında tarihçi Merhum Cemal Kutay’dan, Aydınlar Ocağı’ndaki bir konferansında duymuştum.

Merhum Kutay, “Yaşadığımız zor zamanlarda, yeniden var olabilmek için bu ülkede var olan bazı şeylerin üzerinin bir şalla örtülmesi gereği hasıl olmuş ve bu yapılmıştır. Allah, o şalı örtenlerden ve bu günlere gelmemizi sağlayanlardan razı olsun...” manasına gelen sözler sarfetmişti.

Bu sözleri sarfettikten hemen sonra, konferansı izleyen İlim Yayma Cemiyeti kurucularından Rahmetli Yusuf Türel, bastonunu kaldırıp: ‘Sen nasıl böyle sözler söyleyebiliyorsun!’ diyerek üzerine yürüdüğünde, Cemal Kutay’ın kürsüden kaçmak zorunda kalması da, hoş bir hatıradır.

Yine 80’li yıllarda, ‘bütün bu yaşananların aslında bir tür mecburiyetten hasıl olduğu; yaşanmakta olan sıkıntıların biraz da mecburiyetten ve mutlaka geçici olduğu, bu memleketin bir gün asli yapısına ve değerlerine geri döneceğinin ve Milletler camiası içerisindeki şerefli yerini alacağının kesin olduğunu...’ söyleyenler de vardı.

Biraz da fısıltıyla dile getirilen bu görüşlerin en meşhurlarından birisi, her nedense ‘Ayran Teorisi’ olarak adlandırılan bir teoriydi ve o dönemde konuşan, tartışan insanlar arasında bu fikre katılanların sayısı az olsa da, teorinin tutarlı tarafları olduğu, inkar edilemezdi.

Ayran Teorisi ile dile getirilenler, Cemal Kutay’ın kastettiği ve Mahir Kaynak’ın söyledikleri; bütün bunlar, araştırılmaya muhtaç hususlar.

Sökülmemesi için dibinden kesilmesine razı olduğumuz ağacın, kökünün sağlam kalıp kalmadığı; ondan neşet eden ve edecek filizin/filizlerin durumu, galiba en önemli meselemiz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi