R. Özdenören

R. Özdenören

Çoban, sürü, uçurum, savaş...

Çoban, sürü, uçurum, savaş...

Hayat kimizaman anlaşılmaz hale geliyor. Öyle tablolar çıkıyor/çıkartılıyor ki insanın karşısına orada nutku tutuluyor ve zihni karmakarışık oluyor. Bazen de kamaşıyor.

Bazen zihin de kamaşır: bir haksızlıkla karşı karşıya gelinir, herkes bilir bunu: haksızlık, orada lök gibi dikilip kalmıştır. Ve insan, nutku tutulmuş, dikilip kalmıştır orada.

Etraftan sorarlar ona: niye haksızlıkla karşı karşıyasın, diye. Orası sözün tükendiği yerdir. Orada bir tek kelime bile fazladır. Çünkü lafız olan biteni bir anda abese dönüştürebilir. Susup kalmak belki haksızlığa maruz kalanın durumunu daha iyi izah edebilir.

Haksızlığa yol açan kendini savunma zımnında belki diyecektir ki, benim oyumla çobanın oyu bir mi? Bunu dediği anda dünyanın bir anda ayağa kalkması işten bile değildir. Oysa o söz yıllar önce bir düşünürümüz tarafından daha farklı bir bağlamda dile getirilmişti. O da şöyle bir soru koyuyordu karşımıza: İmamı Azamla çobanın oyu bir mi?

Gerçeğin kendisi ise bir başka konumda hepimizin yüzüne bakarak kıs kıs gülümsemeye çalışıyor ve bize kendi hal diliyle şöyle diyordu: kimin oyu ötekininkine eşit konumda duruyor bayım?

Kendini çobanın konumuyla karşılaştırıp daha yüksek bir yerde durduğunu düşünen biri bence hayatı boyunca bir çobanla karşılaşmış değildir. Ve bir çobanın ne olduğunu bilmez. Hayır, bütün peygamberlerin bir çobanlık deneyiminden geçtiğini söyleyerek işi kolayından düğümlemek istemiyorum. Ama şu soruların cevabının bulunmasını istiyorum. Bir çoban, güttüğü sürüde bir hayvan hastalandığında ona ilk müdahaleyi nasıl yapacağını biliyor mu? Çoban, sürüden ayrılan bir hayvanı yeniden sürüye katmak için ne yapmalıdır? Sürüsüne bir canavarın tasallutu halinde tehlikeyi nasıl savuşturur? Daha da önemlisi, sürüsünü kurdun tasallutuna musallat etmemek için hangi önlemleri alır? Bir başına bu önlemlerin ne olduğunu bilmesi de yetmez, o önlemleri nasıl uygulaması gerektiğini de bilmelidir.

Geçtiğimiz yıllarda birkaç ayrı yerde, fakat birbirine yakın zamanlarda bazı sürüler bir uçurumdan aşağıya yuvarlanarak telef olmuştu. Telef olan sürülerin başında çobanları duruyordu. Çobanlardan biri uyurken sürüsü yardan aşağı yuvarlanmıştı. Öteki sürünün çobanı ise sürüsünü yönetmesini beceremediği için onların yardan aşağıya yuvarlanmasına sebep olmuştu.

Burada acaba kimi, neyi sorumlu tutmamız gerekecek?

1. Sürünün önünde giden ve önünde bir uçurum olduğunu fark etmeden uçurumdan aşağı yuvarlanan o ilk koyunu mu? (Koyun sürüsü malûm, önde gideni aynen izler).

2. Yoksa uçurumu mu itham etmemiz gerekiyor: niye orada oluştu diye…

3. Yoksa da, hem sürüsünü tehlikeli bir yerde otlatmaya çıkarmış, hem de çevrenin durumunu göz ardı ederek sürüsüne mukayyet olmasını becerememiş, başaramamış olan çobanı mı sorumlu tutmalıyız?

Bir yerde insanlar öldüğünde, öldürüldüğünde de aynı sorular çıkar karşımıza.

Ama hayır: uçurumu suçlamak kolayımıza gidiyor.

Sürünün önünde giden koyunu suçlamak da kolay görünüyor. Çünkü bu durumda da ortada hesap sorulacak kimse bulunmuyor. Koyun, koyun olduğu için suçlamadan muaftır ve zaten de ölmüştür.

Asıl sorumlu tutulması gereken çobana da kimse sesinin çıkartmıyor. Çünkü onu sorgulamanın en azından belli bir külfeti, bir maliyeti var.

Oysa o koyun yardan aşağı yuvarlanmasaydı ya da o yar orada olmayaydı demek ne kadar kolay değil mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
R. Özdenören Arşivi