Anayasa ve darbeciliğin bir başka yüzü

Anayasa ve darbeciliğin bir başka yüzü

Anayasa’lar toplumsal mutabakat metinleridir. Her Anayasa uygulandığı toplumun hangi konularda anlaştığını, nasıl yönetilmek istediğini gösterir. Tüm yasa metinleri gibi, Anayasa’lar da toplumu daha kolay yönetmek içindir.

Bunun için kanun yapıcılar, yasaların açık, net ve anlaşılır olmasına dikkat ederler. Yoruma en az müsait yazılı metinler, yasalardır.

Eğer bir Anayasa, o ülkeyi yönetmek için yapılmışsa böyledir.

Birde o ülke yönetilemez hale gelsin diye yapılan Anayasa’lar vardır. Bu tip anayasa’ların en belirgin özelliği, hükümlerinin flu, anlaşılmaz ve sınırlarının belirsiz olmasıdır. Aynı yasa maddesinden bir birinin zıddı yüzlerce yorum çıkarılabilir.

Devletler yasalarla yönetilir. Kanunlar açık olursa, tatbikatta hiçbir problem çıkmaz, her hukuki mesele kolayca çözülür. Muğlak olursa, herkesin kendine göre bir anayasası olur. Tek anayasa’nın yüzlerce farklı, birbiriyle çatışan yorumu çıkar ortaya. Ardı arkası kesilmeyen tartışmalar, kavgalar sürer gider. Zamanla ülke idare edilemez hale gelir.

1981 Anayasası işte böyle bir Anayasa. Türkiye kolay yönetilsin diye değil, adeta, zamanla yönetilemez hale gelsin diye tanzim edilmiş. Hiç bir maddesinde ortak kanaate varmak mümkün değil.

Anayasada, Türkiye’nin laik bir ülke olduğu yazılı. Ama bu laikliğin mahiyetini bilen bir Allahın kulu yok. Herkesin ayrı bir laiklik anlayışı var. Din düşmanlığından, teokratik bir devlet düzenine kadar her türlü laiklik anlayışına rastlamak mümkün. Buna çanak tutan da Anayasa’da laikliğin sınırlarının bilinçli olarak çizilmemiş, tarifinin yapılmamış olmasıdır. Anayasa’nın laiklik ilkesi, laik bir Türkiye’nin teminatı olsun diye değil, bir çatışma aracı olsun diye Anayasa’ya derç edilmiştir.

Geçen yıl tartıştığımız 367 rezaleti de aynı bilinçli muğlaklığın bir sonucu değil mi? Cumhurbaşkanlığı seçiminde toplantı nisabının netleştirilmemiş olması, bu anayasa hükmünü istikrarsızlığın, yönetilemezliğin aracı haline getirmiştir. Benzer daha bir çok örnek vermek mümkün. AYM’nin anayasa değişikliklerinde, sadece şekil denetimi yapılabileceğine dair Anayasa hükmünü, Anayasanın başlangıcındaki değiştirilemez maddeleriyle ilişkilendirerek esasa girmesi ve yasama organının Anayasa yapma yetkisini elinden alması gibi.

Hem 1981 Anayasa’sı hem de bu yasa metnine dayanarak denetim yapan Anayasa mahkemesi Türkiye’de kanun hakimiyetini tesis etmek, kanunlarda birlik ve paralelliği sağlamak için ihdas edildiğine dair bir görüntü vermemiştir. Türkiye yönetilemez hale gelsin, yasalarla reel hayat çatışsın diye ihdas edilmiştir. Nitekim, bugün yasama organının eli kolu bağlanmış, toplumsal talepler, içine her şey giren ve içinden her şey çıkan bu Anayasa yüzünden karşılanamaz hale gelmiş, buna bağlı olarak ülke yönetilemez bir duruma gelmiştir. Zaten darbelerin bir amacı da bir daha ki darbenin alt yapısını kurmaktır. Bu anayasa, Türkiye iyi idare edilsin, toplumun istek ve ihtiyaçları karşılansın diye yapılmamıştır. Kısa bir süre sonra Türkiye tıkansın, muğlak hükümleri çatışma vesilesi olsun, istikrarsızlığı beslesin diye yapılmıştır. Her on yılda bir tıkanmanın, yönetilemez hale gelmenin sebebi budur.

Şimdi birileri bu Anayasa’yı savunuyor. Yönetemeyen, ihtiyaçlara cevap vermeyen köhnemiş, hayatın gerisinde kalmış bir metni savunmak acaba neyi savunmaktır? Bu aslında darbeleri savunmak demek değil mi? Çünkü bu anayasa ile devam etmek serçenin sırtında yolculuk yapmak demektir. Er geç yere çakılır, oranızı, buranızı kırarsınız. Darbecilik, sadece bomba atmak, sansasyonel eylemlere karışmak, askeri göreve çağırmak, kaos ve gerilimi artıracak teşebbüslerde bulunmak demek değildir. Türkiye’yi on yıl sonra önünü tıkasın, istikrarsızlaştırsın diye yapılan bir Anayasa’yı savunmak, onda ısrar etmek de darbeciliktir. Ne yazık ki bu ülkede en çok da bu tip darbeciler var.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi