Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

İşçilerin suçu ne?..

İşçilerin suçu ne?..

Terör örgütü tarafından verilen emirleri yerine getirmeye çalışanların gayreti ile meydana gelen olaylarin bir izahı var. Ama, tam da aynı günlerde sokağa dökülen işçiler ve onlara müdahele eden polislerin oluşturduğu manzaraya da mı mani olanamazdı?..

Polisiye tedbirlerden çok, o işçileri sokağa döken sebeplerin ortadan kaldırılmasından bahsediyoruz tabii.

Kamu kuruluşlarının, bulundukları bölgelerin siyasetçilerin oy deposu olarak kullanılması amacıyla, ihtiyaçdan daha fazla işçi ve memurla doldurulması büyük bir yanlıştı ve maalesef geçmişte bu yanlış yapıldı.

O kadar ki, sonradan özelliştirilen bazı kamu kuruluşlarında, mesela 40 kişinin yaptığı bir işin aslında üç kişi tarafından yerine getirilebileceğinin ortaya çıktığı çok oldu.

Yine özelleştirilen kurumlardan bazılarında, nerdeyse 40 yıl yetecek kadar sarf malzemesi depo edilmiş olduğuna bile şahit olundu...

Kadro çoğunluğunun yerin altında olması gereken maden işletmelerinde, yer üstünde çalışanların yer altında çalışanlardan daha fazla olması, vukuatı adiyedendi...

Şişirilmiş kadrolar sebebiyle rantabl olmaktan çıkıp zarar etmeye başlayan kamu kuruluşlarının, yüksek faizlerle borç almaya mecbur bırakılması ve böylelike daha da sıkıntılı bir hale getirilmesi de yanlıştı ve bu yanlış da geçmişte işlendi.

Bu borç meselesi ile ilgili asıl ilginç olan, 54. Hükümet Döneminde ortaya çıkan husustu.

Zamanın Başbakanı Prof. Dr. Necmettin Erbakan'ın emriyle oluşturulan Kamu Ortak Hesabı (Havuz) ortaya koydu ki, devletin parasını yüzde 50 faizle borç alan birileri, aynı parayı yüzde 110-130 arasında faizlerle devlete borç verijyor, böylelikle güya iş yapıyorlardı..

O zamana kadar zarar eden kamu kuruluşlarının, 1996 ve 1997'de birden bire kar eder hale gelmesinin ardındaki sır biraz da bu idi.

Kadroları alabildiğine şişen ve yüksek faizler sebebiyle artık belini doğrultma imkanından mahrum kamu kuruluşlarının rehabilite edilebileceğinin mümkün olduğunu gösteren bu uygulama yerine, sonraki iktidarlar özelleştirme formülüne sarıldılar.

Özelleştirme, zarar eden kamu kuruluşlarının onları daha iyi şartlarda çalıştıracağı düşünülen özel sektöre devri ve böylelikle daha fazla katma değer üretecek olmaları temeline dayanıyordu, teorik olarak.

Gırtlağına kadar borçlanmış Türkiye, özelleştirmeyi kuruluşların rehabilitesi olarak değil, elden çıkarılması olarak görmüş olmalı ki, adeta bir 'sat kurtul' devri başladı.

Alanlar, kuruluşların sahip olduğu merkezi yerlerdeki arsa ve binalar sebebiyle memnun olsalar da; satılan kuruluşlardan tahsil edilen bedeller, işçi tazminatlarına ve kalanlar da faiz ödemelerine gitti...

Özelleştirme hamleleri sırasında en çok dikkat çeken husus, zarar eden kamu kuruluşlarından çok zaten kar etmekte olanların elden çikarılması oldu.

Rantabl çalışan ve devlete büyük gelirler sağlayan bu kuruluşların, neden elden çıkarılmasına ihtiyaç duyulduğu sorusuna makul bir cevabın şu zamana kadar verilemediğini, rahatlıkla söyleyebiliriz.

Bir başka ve önemli mesele de, bütün bunlar yapılırken, Anayasamızın ikinci maddesindeki 'sosyal devlet' vurgusunun hep ihmal ediliyor olması.

Zarar eden ya da belki elden çıkarılabilmeleri için ısrarla zarar etmeleri için gayret edilen kuruluşlar meselesinde en suçsuz olan kesim, işçi kesimi olmakla beraber, en mağdur edilen de onlar olmaktadır. Esas suçlular günün gün ederken bütün faturayı işçilere kesmeye kalkışmak, devlete yakışmaz...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi