Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Dostların attığı gül mü?..

Dostların attığı gül mü?..

28 Şubat'ın 13. yıldönümü, öncekilere nazaran daha hareketli geçti sanki. Yazi dizileri, televizyonlarda tartışma programları, paneller, toplantılar, protestolar...

28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısıyla başlayan ve birileri tarafından 'bin yıl süreceği' iddia olunan sürecin bitip bitmediği, Ergenekon davasıyla ilgili gelişmelerin bu süreçle ilgili olup olmadığı, tartışılan konular arasında...

28 Şubat süreci derilen olgunun aslında tam olarak ne olduğu, süreci başlatıp uygulayanların ideolojik birtakım hedefler için mi bunu gerçekleştirmeye çalıştıkları, yoksa niyetlerinin ekonomik çıkar mı olduğu ve benzeri sorular hala ortalarda uçuşuyor.

28 Şubat şüphesiz her iki yorumu da haklı kılan ve başka bazı hususların da rol oynadığı bir süreç. İşçi, memur, emekli ve üreticilere, reel olarak Cumhuriyet tarihinin en büyük zammı yapmış ve toplumun bütün kesimlerini refaha ortak etmiş bir iktidarı alaşağı etmek için çırpınanlar arasında kimler yoktu ki...

'Ülkenin uçurumun kenarına geldiğini' ileri sürenler... 'Çok yakında bir din devleti kurulacağını' iddia edenler... 'İktidarın -maalesef- başarılı olduğunu, dolayısıyla artık baştan gitmeyeceğini' düşünenler...

Bunlar belki de bir yönleriyle sürecin en masum yandaşları idi.

Sürecin arkasındaki esas gücün, insanların algılarını iktidara karşı bir şekilde kanalize etmeye çalışanlar ve bunu başaranlar olduğunu söylemek mümkün...

Ekonomideki başaşağı gidişi engelleyip iç ve dış borçlanmayı durdurmak; devlet hazinesinin birilerince hortumlanmasının önüne geçip geniş kesimlerin milli gelirden aldıkları payı makul bir düzeye çıkarmak... gibi adımlarla Türkiye'yi yaşanabilir bir hale getirme konusunda kısa sürede büyük adımlar atan bir iktidarı istifaya mecbur edebilmek, doğrusu kolay bir iş değildi. Ama 28 Şubat sürecinde bu olabildi...

İşçilerine benzersiz zamlar yapılan sendikaları, üretim imkanlarının önü alabildiğine açılan sanayicileri ve benzeri birçok kesimi, sonuna kadar destek olmaları gereken bir iktidara karşı harekete geçirmek, hiç de kolay bir iş değildi... Ama bunlar da oldu, olabildi...

Bütün bunlardan sonra, o süreçte tam olarak neler olup bittiğini bir türlü anlayamayan ve değerlendiremeyenlerin, sürece doğrudan maruz kalanlara yönelik suçlamalarda bulunmaları, doğrusu can sıkıcı... Dostun attığı gül... Ya da daha da beteri neyse, o!..

Can sıkıcı suçlama gayretlerinin en azından bazılarının; yani bugün yaşananlarla paralellik kurup o dönemdeki siyasi kadronun olayı okumakta ve gerekeni yapmakta çok da mahir olmadığını söylemeye çalışanların, siyasi parti yandaşlığı gayretiyle olayları altüst etmeye çalışmaları normal belki.

Ama en azından bir yönüyle sıkıntı çekmiş insanların da, olayların kronolojik sıralamasını gözardı ederek, suçlama korosuna katılmaları; kabul edilemez bir şey.

'O süreçte tabii ki bizim kesimin de bazı hataları oldu' diyenlerin, bunları tadat etmeleri istendiğinde 'canım herhalde sizler de bazı hatalar yapmışsınızdır' noktasına gelmeleri ve son bir deneme yapmak niyetiyle 'keşke yapmasaydık dediğiniz neler oldu?' şeklindeki yoklama gayretleri... Bu ve benzeri tavırlar, bir otokritik arayışı ya da ihtiyacından çok, tuhaf bir tür kompleks gibi...

Dostun attığı gül elbette acıtır ama dostların gül zannederek attıkları şey, taştan da beter!.

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi