Üç zorlu sual

Üç zorlu sual

Cumhurbaşkanının Londra yolunda “Sessizce götürüyoruz” dediği Ermeni meselesi Genç Yaklaşım’ın son sayısında kapak konusu. Hrant Dink’in katlinden sonra 2007 Mart’ında bu konuyu kapak yapmış olan dergi yine bu sorunu işleyen bir dosya ile yayınlandı.

Bu sayıda dikkat çeken en önemli çalışmalardan biri, genç kabiliyetlerden Fatma Yılmaz’ın Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu ile yaptığı üç suallik mülâkat. Ve sorular son derece zorlu.

İlk soru: “Her yıl olduğu gibi yine bu sene de ‘ABD Kongresi Ermeni soykırımı iddialarını kabul edecek mi?’ kaygısı yaşadık. Aynı gerilimi dünyanın başka ülkeleriyle de sık sık yaşıyoruz. Türkiye hep bu kaygıyla mı yola devam edecek? Bu konuda kendi tezlerimizi dünyaya anlatma ve dünya kamuoyunu ikna edecek kampanyalar düzenleme hususunda niye başarılı olamıyoruz? Niçin kendimizi, büyük paralar ödediğimiz, ama rüzgâra göre yön değiştirebilen birtakım lobilere mahkûm ediyoruz? Bu durumu değiştirmeye yönelik ne gibi çalışmalarımız var?”

Davutoğlu’nun “Bunlarla mücadeleye devam edeceğiz. Sorunun özüne eğilerek, âdil, kalıcı bir çözüm için çabalarımızı yılmadan sürdüreceğiz” şeklinde özetleyebileceğimiz cevabının yeterli olup olmadığı ise, okuyucuların takdirinde.

İkinci soru da gayet esaslı ve “okkalı”: “Osmanlı döneminde diğer gayrimüslim azınlıklar gibi, ‘millet-i sadıka’ olarak nitelenen Ermenilere de, genel olarak adalet, şefkat ve hoşgörüyle muhatap olunmuşken, Cumhuriyetten sonra bu bakış açısı neden devam edemedi ve niçin azınlıkların tümünde bir ‘mağduriyet hissi’ oluştu?”

Bakanın cevabı yine ciddî bir zorlanmayı ele veriyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki uygulamaları “dönemin koşulları”na bağlarken, “millî bir devlet inşası sürecinin siyasî, sosyal, ekonomik ve kültürel güçlükleri”ne atıf yapıyor ve sözü bugünlere getirerek rahatlamaya çalışıyor:

“Türkiye Cumhuriyetinin insan hakları sicilinde zaman içinde olumlu yönde ilerlemelere şahit olunduğu yadsınamaz. Sadece azınlıklar meselesi değil, genel olarak demokrasi konusunda Türkiye kendi içinde uzun zamandır bir mücadele vermektedir. Doğal olan da budur. Makul zaman dilimleri içinde bakıldığında, Türkiye’nin siyasal çizgisi demokrasi yönünde olmuştur. Bundan da, ister çoğunluk, ister azınlık olsun, herkes faydalanmıştır. Ancak gelinen aşamada, Türkiye’de genel anlamda bir azınlık sorunu yaşandığını söylemek haksızlık olur.”

Üçüncü soru da dikkat çekici ve önemli: “Genelde azınlıklara ve özelde Ermenilere karşı toplumun bir kesiminde gözlenen olumsuz yaklaşımı besleyen önemli etkenlerden biri, Türkiye’deki ‘milliyetçi-dindar’ refleksler. Buna karşı, dinimizin ve tarihî tecrübelerimizin tam aksini öngördüğünü anlatmak ve bu çerçevede, itibar edilen kanaat önderlerinin yaklaşımlarını topluma duyurmak gerekmiyor mu? Meselâ Said Nursî’nin Münâzarat isimli eserindeki ‘Şu milletin saadet ve selâmeti Ermenilerle ittifak ve dostluğa bağlıdır’ sözü ve devamındaki ifadeleri bunlardan biri. Onun bu yaklaşımını, ‘Ermeni açılımı’nın sağlıklı bir şekilde gelişip olumlu sonuçlara bağlanması için gerekli olan toplumsal atmosferin oluşturulmasına ve bu yöndeki kamuoyu desteğinin güçlendirilmesine sağlayabileceği katkı açısından değerlendirebilir misiniz?”

Bu suale Bakanın cevabı “Bu topraklar, gerek dinî, gerek felsefî anlamda önemli düşünürler yetiştirmiş ve bizi biz yapan gelenekler geliştirebilmiştir. Böyle bir düşünsel dayanak bulmak konusunda eksiklik çekmiyoruz. Bu anlayışla, tüm bölgeye yönelik olumlu vizyonlar geliştirmeye devam etmekteyiz” şeklinde özetlenebilir.

Davutoğlu, bu sorulara Bakan değil de akademisyen kimliğiyle muhatap olsaydı, hiç şüphesiz, çok daha rahat ve net cevaplar verebilirdi.

Dışişleri Bakanı olarak cevaplaması ise, özellikle soruları gündeme taşıması cihetiyle önemli.

Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi