Ekrem Kızıltaş

Ekrem Kızıltaş

Değişim hemen değilse ne zaman?..

Değişim hemen değilse ne zaman?..

Aslında kurulduğu zamandan beri, ama özellikle de son senelerde kendisine biçilen sınırları sürekli olarak zedeleme eğilimi içerisinde bulunan Anayasa Mahkemesi ile ilgili anayasa değişikliği, bizdeki statükoyu sarsan en önemli gelişmelerden birisi oldu.

Varlığı ve fonksiyonu konusunda yeni yeni uyanmaya başladığımız HSYK ile ilgili değişiklikler de, statükonun bir başka kalesinin sadece kendi görevlerini ve gereği gibi yerine getirecek şekilde çalışabilmesine zemin hazırladı...

Egemenliğin millete ait olması anayasa gereği olsa da, bunun kullanımı konusunda oluşturulan yapının egemenliğin kullanımını ağırlıklı olarak seçkinlere tahsis ettiği bir yapıdan, egemenliğin kendi sahiplerine tahsis edilmesine doğru giden yolun başlarındayız daha.

Yapılanlar tabii ki gerekliydi ve yapıldığı kadarı da güzel; ama yetersiz...

Atılmaya başlanan adımların daha da ileri götürülmesi gerek ve esas mesele ise, yapılması gerekenler sadece bunlardan ibaret değil; yani çok işimiz var...

Son günlerin önemli tartışma konularından birisi, NATO tarafından oluşturulması düşünülen Füze Kalkanı Projesi.

Sözkonusu proje ile alakalı olarak, insanımızın hassasiyetlerini tam olarak yansıtıyor olmasa da, istenilen hemen her şeyi yapmasına alışılanTürkiye imajının dışında bazı adımların atıldığını kabul etmek gerek.

Ancak, ülkemizin hassasiyetlerini kaale alınarak İran'ın ismi zikredilmemiş olsa da, projenin ciddi birtakım soru işaretlerine sebep olduğu da bir vakıa.

Bu soru işaretlerinin en anlamlı olanı da, bir zamanlar belki işe yarar bir kuruluş olsa da, artık herhangi bir anlamı kalmayan NATO'nun varlığının hâlâ neden sürdürülmeye çalışıldığı...

NATO'nun kuruluşu ve en azından 80'lerin sonuna kadar olan varlığının sebebi ile alakalı olarak, açık ve net cevaplar verilebiliyordu. Ancak günümüzde hâlâ neden var olduğu sorusuna verilebilecek cevaplar, muğlak birtakım yorumlardan öteye gidemiyor...

Dahası, varlığı artık anlamını yitirmiş bir kuruluş adına Türkiye'ye biçilmeye çalışıldığını müşahede ettiğimiz rol, ülkemizin geleceğini ipotek altına almakla kalmayıp; bir yandan da insanımızın alın terinin uluslararası silah tekellerinin kasalarına akıtılması neticesini getiriyor.

Güya NATO ülkelerinin güvenliği için ama onlardan hiç birisi ve ülkemizle alakası olmadığını iyi bildiğimiz bir proje için neden milyarlarca dolar harcayalım ki?..

Sadece içimizdeki statüko ile değil, belki bundan daha tehlikeli olan dışımızdaki statüko ile de mücadele edilmesi gereken bir zamandayız...

Bir şekilde oluşturulmuş; çoğuna üye olduğumuz ve henüz olmadıklarımıza da bir şekilde olmaya çalıştığımız uluslararası kuruluşların ne kadar uluslararası olduğunu ve bunların hakikaten kendilerini oluşturan sözleşmelere uygun çalışıp çalışmadıklarını sorgulamak ve eğer bazı aksaklıklar varsa, ki bol miktarda var, bunları öncelikle insanımıza ve sonra da uluslararası camiaya haykırmak zorundayız...

Tartışmaya NATO ya da BM'den hangisi ile başlanacağı bir tercih meselesi sadece.

Dünya üzerindeki her ülkenin üye olduğu ve eşit oy hakkına sahip oldukları söylenen Birleşmiş Milletler'de, kuruluşun icra organı olarak çalışan Güvenlik Konseyi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa'nın sahip oldukları olağanüstü yetkilere daha ne kadar tahammül etmek gerekecek, mesela?..

Mahallenin kabadayısı gibi ortaya atılıp, 'dağılın ulen!' diyecek halimiz yok elbette... Ama bir yerlerden da başlamak gerek...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Ekrem Kızıltaş Arşivi