Aziz Üstel

Aziz Üstel

İstanbul-Paris

İstanbul-Paris

Paris Bir Şenliktir” demiş Ernest Hemingway, 1920’li yıllarda, sanatçı arkadaşlarıyla birlikte, kentin altını üstüne getirirken. Öve öve bitirememiş Paris’i. Özgürlükten, nerde akşam orda sabah yaşamanın verdiği “sanatsal ilham” sonucu insanda yaratıcılık duygusunun doruğa vurmasından, Picasso’dan, F. Scott Fitzgerld’dan, George Sand ve Alice B. Toklas’ın paylaştığı yedi odalı evde gün ışıyıncaya değin süren sanat ve siyaset içerikli sohbetlerden, Fransızın “baquet” dediği, uzun, ince francalayı ortadan yarıp içine baş parmaklarıyla tıkıştırdıkları türlü çeşitli peynirlerle pek de güzel karınlarını doyurduklarından, sokak ressamlarından, köşebaşlarını tutmuş, genellikle akordiyon tuşlarından büyüleyici nağmeler üreten sokak çalgıcılarından söz etmiş durmuş. Paris’e olan hayranlığından bir kitap dolusu söz etmiş.

Sonra, aradan yıllar geçip de az biraz durulunca duygusal git-gelleri, Paris’e başka bir gözle bakmış tabi. O romantik duygulardan arınmış, daha bir gerçekci yaklaşmış:

“Paris uzaktan bakınca çok güzel bir kadına benziyor. İnsanın başını döndürüyor, gözlerini kamaştırıyor. Ama yaklaşınca gözlerinin çevresindeki morlukları, alnındaki çizgileri, bakışlarındaki umutsuzluğu, adımlarındaki yorgunluğu görüyorsunuz... Geçmişin o şen şakrak, o genç, o yaşam dolu hatunu gitmiş, yerini ayaklarını sürüyerek adım atan bir sokak kadını gelmiş...”

Benim geçtiğimiz haftayı geçirdiğim Paris’i daha iyi anlatıyor Hemingway’in bu son satırları. Son yıllardaki ekonomik sıkıntılar iyice binmiş omuzlarına Paris’i mesken tutanların. Sokaklarda yaşayan insanların sayısı üçe hatta dörde katlanmış. Fiyatlar almış başını gitmiş. Kentin kenar mahalleri dev, açık hava çöplüklerine dönüşmüş. Sokak ressamlarının yerini, beş avroya karikatüs çizen, saçı sakalı birbirine karışmış adamlar doldurmuş. O bir zamanlar dillerden düşmeyen Fransız mutfağının yerini Amerikan fast-food lokantaları almış, bir zamanların şık şıkıdım Parislilerin yerinde Çinli, Japon, Amerikalı ve de bolca Türk turistler var artık. Antika pazarları kurulmuş dört bir yanına kentin, Channel, Louis Vitton gibi marka kumaş parçaşlarıyla eski gece çantalarını, gümüş kaplama pirinç şamdanları ve yeteneksiz ressamların elinden çıkma, renk arsızlıklarını resim niyetine kakalamaya çalışıyorlar turiste.

Öte yandan, şunun şurasında daha on yıl önce ışıksız, renksiz, boynu bükük duran İstanbul pırıl pırıl. Kente ikinci bir kent katmaktan, boğazı geçecek Marmaray’dan sonra ikinci bir tünelden, bir daha, bir daha yapılacak köprülerden söz ediliyor. Gece yaşamı cıvıl cıvıl. Saniyede bir, uçaklar konuyor Atatürk Hava limanına, dünyanın dört bir yanından insanlar koşup geliyor İstanbul’a, bir zamanlar Paris’e akın ettikleri gibi.
Kent dönüşmeye başlamış. Köhneliğini, gece kondularını, lağım akan sokaklarını derleyip toparlıyor, yeniliyor. İnsanı daha bir umutla hazırlanıyor yeni güne. Elbette herkes mutlu mesut değil. Elbette pahallılıktan, trafiğin insanı çıldırtan keşmekeşinden, pahallılıktan yakınanlar, “bu şehirde yaşamak için deli olmak lazım” diyerek kendine yeni yerler arayanlar var... var da, bunlar azınlıkta fikrimce. Masal gibi dinledikleri Paris’i, Roma’yı, köhne Avrupa’nın sokaklarında gençleri mumla aradığım, yaşlıların, beli bükülmüşlerin, günlerini meyhane köşelerinde çürük üzümlerinden yapılmış şaraplarını içip, otuz lira ödeyerek yedikleri ekmek peynirle karınlarını doyuran, geçmişi yere göğe sığdıramayıp bu güne söven, gün batımında oflaya poflaya evlerinin yolunu tutan milyonlarca emekliyi benim gördüğüm gibi görsünler, sonra “ah güzel İstanbul, sen benim canımsın...” diyerek evlerinin yolunu tutarlar o saat...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Aziz Üstel Arşivi