O ağacın altı ve Çamlıca sırtları

O ağacın altı ve Çamlıca sırtları

Geçenlerde yazı yazarken bir yandan da bilgisayarın hoparlöründen şarkı dinliyorum.. Yazı anında bazen sessizlik gerekiyor, bazen de musiki.. Duruma göre!.. O an öyle bir şarkı çalıyor ki beni bir anda 30-35 sene evveline götürüyor.. O AĞACIN ALTI.. Ve ben mest oluyorum..
Klavyeyi, yazıyı bir anda bırakıp hatıralara dalıyorum.. Bir daha asla geri gelmeyecek olan günlere geri gidiyorum.. Ama heyhat!.. Gün bugün!..
70’li yıllar.. Aylardan Mayıs.. Ortaköy’de kır kahvesi görüntüsünde tahta masalı, tahta sandalyeli bir mekan!.. Tavşan kanı çayı yudumluyorum.. Hava pırıl pırıl.. önümde boğazın hırçın suları adeta “komparsita” yapıyor..
Şimdi de fena değil ama o vakitler daha bir başka.. Deniz daha tertemiz.. çöplerin, atıkların denize atılmadığı, putperest adeti olan yakılmış insan küllerinin boğazın sularına serpiştirilmediği ve böylece boğazın masumiyetinin bozulmadığı ve de kirletilmediği o pırlanta yıllardan bahsediyorum..
Ve yan masadan garsona seslenen bir kişi; “Şekippp, çalsana oğlum şu plağı!.. çal da neşemizi bulalım!..”
Evet o yıllar plak var.. Teyp bile henüz yok gibi.. Bir müddet sonra müşterinin istek yaptığı o şarkı, Neşe Karaböcek marifetiyle kulaklarımızın pasını alıyor..
“Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz/.. Hep elele vererek hayaller kurduğumuz/.. Kimi üzgün, kimi gün, neşeyle dolduğumuz/.. O ağacın altını şimdi anıyor musun/.. O güzel günler için bilmem yanıyor musun!..”
Evet dostlar, “O ağacın altı” şarkısı, yıllardır dilden dile, gönülden gönüle dolaştı.. Platonik aşkların limanı oldu.. Ve günümüze kadar geldi.. Şarkı böyle de, işin esas acı tarafı; bir zamanlar halka açık olan o güzelim Ortaköy kıyıları, şimdilerde milletin zehirlenmesine ve uyuşmasına vesile olan barlarla doldu..
Neyse, ne zaman o şarkıyı dinlesem yin de aklıma Ortaköy gelir!.. Boğaz, gelir, çaycı Şekip’in bir tepsi dolusu çayla yaptığı varyete gelir.. Ve bir de bu duygu yüklü eserin bestekarı Yusuf Nalkesen Hoca gelir.. Tabii eserleri hep dinleriz de müellifler nedense aklımıza gelmez.. Bestekarı, söz yazarı kimdir?. Düşünmeyiz bile!..
Hâlâ dillerde olan bu şarkının pek çok insanda hatırası olduğuna inanıyorum.. Bu güzel eserin bestekarı olan ünlü müzik adamı üstad Yusuf Nalkesen’i 2003 yılının ilk günü kaybetmiştik.. Ve bugünkü yazımızı da Yusuf Nalkesen’in hatırasına istinaden yazıyoruz!..
üstad Yusuf Nalkesen Türk musikisine pek çok unutulmaz eser kazandırmıştır.. O Yusuf Nalkesen ki röpörtajlarında; “Bestelerimin ilhamını, annemin söylediği ninnilerden ve çocukluğumda kulağıma gelen ezan seslerinden alıyorum” diyen bir insandı.. Yine devlet sanatçılığı ünvanını reddeden ve gerekçe olarak da “milletin kalbinde yer almanın kendisi için daha güzel armağan olduğunu” söyleyen bir mütevazı kişiydi..
Yusuf Hoca Rumeli’liydi.. üsküp’ün İştip ilçesi doğumluydu.. Yani; 2007’nin Aralık ayında kaybettiğimiz “Hocaların Hocası” sıfatıyla anılan Prof.Dr. Sabahattin Zaim Hocamızın da hemşehrisiydi..
Yusuf Nalkesen sonraları Türkiye’ye gelir ve İzmir’e yerleşir.. Balıkesir öğretmen Okulu’nu bitirir.. 1971’de emekli olur.. 22 yıl da İzmir radyosunda saz sanatçısı olarak hizmete devam eder.. 600’e yakın bestesi olan ve 1000 civarında da güfteye imze atmış dev bir sanatçıdır Yusuf Nalkesen Hoca!...
1951’de bestelediği “Veda Busesi” isimli şarkısı günümüzde bile hâlâ popülaritesini kaybetmemiştir.. Yalnız o mu?.. Avuçlarımda hâlâ sıcaklığın var inan!. Neden kaçtın uzaklara!. Yalan değil, pek kolay olmayacak unutmak!. Ne mektup geliyor, ne haber senden!.. Bir gün karşılaşırsak ayrıldığımız yerde!.. Bülbülün çilesi yanmakmış güle, ömürler geçiyor ağlaya güle!.. Bu şarkılar, her devirde dillerden düşmediler ve musikiseverlerin gönüllerinde adeta taht kuran eserler oldular..
Hayat böyle değerli dostlar!.. Herkesin rolünü oynayıp bir anda sahneden kayıp gittiği bir yer, dünya!..
önemli olan Dar-ı Ukba!.. Torpilin, adam kayırmanın, rüşvetin, asla ve kat’a işlemediği bir yer orası!.. Orada tek geçer senet, insanın ameli.. İnşallah Yusuf Nalkesen de geçer not alan amele sahip olanlardandır.. Duygulu bir insandı.. Sade yaşadı.. İnsan sevgisi vardı.. İnsanı seven Hakk’ı da sever.
Yusuf Nalkesen’e rahmetler diliyoruz!..
¥
çAMLICA SIRTLARINDA NELER OLUYOR?..
Havalar ısındığında düğünler artar.. Hele de yaz aylarında zirve yapar..
Geçen günlerden birinde ben de bir düğüne katıldım.. çamlıca sırtlarında.. Kısıklı taraflarında.. O muhitte restoran şeklinde faaliyet gösteren yerler var.. Hacegan, Nagehan, Dilek, vs, gibi..
Fakat bunların otoparkları istenilen düzeyde değil.. Gelen misafirler arabalarını park etme güçlüğü yaşıyorlar.. Bir anda etrafınızı kimliği belirsiz bir takım insanlar sarıyor ve sizi oraya buraya yönlendiriyorlar.. Siz de çaresiz bir biçimde ve bir an önce düğüne iştirak etme telaşı içerisinde yönleniyorsunuz.. Ardından da “Deli Dumrul” misali, ver bakalım 5 YTL..
Arabanızı çektiğiniz yer, adam gibi yer olsa içiniz gam yemeyecek.. Adeta tarla.. Taş, toprak, diken..
Soruyorum kişiye; “Kimsin hemşerim sen?..”
“Görevliyim!..”
“Makbuzun var mı?..”
“Olmaz mı abi..”
O günkü tarihte kesilmiş, ama kesim tarihi 5-6 saat öncesine ait fişler.. “Buyur abi” deyip tutuşturuyor elime!.. “Peki bu park nereye ait” diye soruyorum.. Cevap: Dilek Restoran’a!..
Peki biz nereye gelmiştik?..
Hacegan’a!..
Hacegan’a gel, parayı Dilek’e ver.. Enteresan!..
Aklım karışıyor.. “Hadi al bakalım” diyorum ve veriyorum 5’liği.. Uyanık görevli havada kapıyor ve bir de bizi teselli ediyor; “Takma kafana be abi(!)..”
Takmıyoruz da birilerinin takması lazım ama..
İstanbul’u yönetenlere sesleniyorum;
Lütfen soydurmayın vatandaşı..
Bu kişiler şayet adı geçen restoranların elemanlarıysa -ki sanmıyorum-, o zaman defedin onları gitsinler..
Yoksa, her an bir yerde kavga gürültü çıkabilir..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi