Üslub-u beyan ayniyle insan..

Üslub-u beyan ayniyle insan..

Tiyatro ki nasıl tiyatro!.. 0tuz iki kısım tekmili birden!.. Ahmet Hakan, önder Sav’ın sebep olduğu telefon hikayesinde sınıfta kaldı.. Her zamanki gibi acele etti.. Ve öteki sazanlar gibi golü yedi.. Hem de doksandan!..
Sonra?. Telekom’dan gelen fatura ortaya çıkınca, şaşırdı, panikledi.. Ardından da çaresizlik içinde “çuvalladık Ey Halkım” diyerek güya milletten özür diledi.. özür dilerken de yine topu taça atmayı ihmal etmedi..
Ahmet Hakan’ın bu dilediği kaçıncı özür?.. Daha on beş gün kadar önce Mehmet Emin Kazcı meselesinde de özür dilemişti.. Şimdi yine aynı film, aynı özür!.. İnanıyorum ki yarınlarda da özüre devam edecek.. Sermayesi yalan olunca ve yalanı dolanı yüzüne çarpılınca başka ne yapacak?.. Tabii özür dilerken yüzü kızarsa, özrünün bir kıymeti harbiyesi olur elbette.. Ama nerdee?.
“Ahmet Hakan niye böyle yapıyor” diye zaman zaman okuyucularımın sorularına muhatap oluyorum.. Aslında bu çocuk görevini iyi yapıyor.. Birileri “hadi” diyor, o da yapıyor.. Birileri “yaz oğlum Ahmet” diyor o da “eyvallah” deyip yazıyor.. Yoksa, aklı başında olan bir kişi gazetenin bütün insanlarına “meczuplar ordusu” der mi?.. Eğer sahibinin sesi olmasa, gazetemiz elemanlarının hepsine “ceza-i ehliyeti olmayanlar” diye yakıştırma yapar mı?.. Serdar gibi gerek gazetecilikte gerekse de insani ilişkilerde kendisine tur üstüne tur bindirebilecek bir kardeşimize ağza alınmayacak iftiralar eder mi?..
Mesela; bendenizi ne kadar tanır Ahmet?.. Ya da diğer arkadaşlarımızı?.. Bu sözler akıl işi mi?.. Tımarhanedeki akıl fukarası deli bile böyle sözler etmez!.. Söylediği ifadelere fevkalade canım sıkıldı.. 0 itibarla bu yazıda “Ahmet’i reddetme” hakkımı kulanıyorum..
VAKİT’e sövüp saymayı yaşam biçimi yapmış, Ahmet!.. Başka malzemesi yok.. Bol demagoji. Bol laga luga.. Bol bol da laf salatası.. Duyduğum kadarıyla babası da müftüymüş.. Ve de İmam Hatipliymiş bu Ahmet!.. Peki, babası ya da okuldaki hocaları, Ahmet’e hiç mi öğretmediler tanımadığı bilmediği insanlara iftira edilmeyeceğini?..
Eskiler; “üslub-u beyan, ayniyle insan” demişler.. 0 sözü zamanımız Türkçe’sine uyarladığımızda insanın ifade tarzıyla aslında kendisini anlattığını anlarız.. Bir zamanlar Kanal 7’de yaptığı programlarda mütevazı ve mütedeyyin kulvarın koşucusu olarak gözüken ama sonra o kanaldan voltayı çeken Ahmet yakın geçmişteki yine VAKİT’e saldırdığı bir yazısında, “eğer benim için ille de döneklikten söz edilecekse; karteldeki yerini tarif ederek, döndüğüm yer işte burasıdır!..” demişti.. Bu ifadesinden şunu anlayabiliriz; “benim yerim, zulme uğramış pek çok insanın dertlerine, sıkıntılarına, çare olabilmek için neredeyse bir ömür tüketen Mustafa Karahasanoğlu’nun ve onunla birlikte olanların gazetesinin yanı olamaz!.. Benim yerim elbette, halkın diliyle konuşmayan, millete tepeden bakan, gazete sayfalarında bastıkları pornografik fotoğraflarla millet evlatlarının ahlaki akidesini bozan, hortumcu, işbitirici medyanın yanıbaşıdır!..” Ahmet’in ballandırarak “döndüm” dediği alan, bana göre böyle bir yerdir..
Aslında Ahmet “dönme” hikayesinde de samimi değil.. Bir şey değildi ki zaten dönsün!.. Neydi ki?.. Kanaat önderi miydi?. ünü ülke sınırlarını aşmış bir gazeteci miydi?.. Bütün hikaye; Müslüman kitlenin itibar ettiği bir tv kanalında ve de altını çizerek söylüyorum, “adam kıtlığında” program yapmasıydı.. Bir şey daha; bu çocuğu televizyonda ön plana çıkaran da mütedeyyin yazar ve çizerler oldu.. Abdurrahman Dilipak’lar, Mehmet Şevket Eygi’ler, Ali Bulaç’lar, Ahmet Taşgetiren’ler, hacılar, hocalar!.. “Haber Saati” olsun, “İskele-Sancak” olsun, çıktılar televizyon programlarına, Ahmet Efendi’nin bitlenmesine sebep oldular..
Netice-i kelam; Ahmet Hakan döndüm dese de dönme işini henüz tamamlayamadı.. Tur eksiği var!.. Biraz daha dönmesi gerekir.. Ne dönekler gördük; “topaç” gibi dönüyorlardı.. Ne birinci sınıf fırıldaklar gördük.. Neler neler!..
Ahmet daha acemi!.. Ama istekli.. Ve de başaracak!.. Ancak, biraz daha zaman lazım..
Haydi Ahmet..
Sen bu yola devam et..
¥
BAĞCILAR’DA NOSTALJİ
Bağcılar’ın çalışkan Belediye Başkanı Lokman çağırıcı’dan bir davet aldık.. Bu değişik bir davetti.. Kirazı dalında yemeye davet ediyordu Lokman Başkan..
İstanbul’un yoğun hengamesi.. Ağaç kaldı mı ki İstanbul’da?.. Hem de kiraz!.. Ve hem de dalından!. Hayırlısı bakalım, dedik ve kalktık gittik..
Bağcılar’a bağlı Kirazlı mahallesi.. 0 mahalleden geçerken “buralarda eskiden kiraz mı varmış acaba” diye kendi kendime söylenirdim.. öyle ya, ismi Kirazlı.. Boşuna söylenmemiş herhalde..
Meğer gerçekten de öyleymiş.. 25-30 sene önce o muhitte nefis kirazlar yetişirmiş.. Eskiler anlattı, biz de dinledik.. Başkan çağırıcı Giresunlu ama uzun yıllardan beri Bağcılar ilçesinde oturuyor.. Dolayısıyla da o zamanı hatırlıyor.. Ve de eski günleri Bağcılar halkına yaşatmak istemiş.. Ve de iyi etmiş.. Bir dönüm kadar arazide kiraz ağaçları yetiştirmiş.. Ama ne kiraz?.. Sırf Napolyon.. Dalbastı da promosyon!.. Kütür kütür.. Neyse uzatmayalım, basın ordusu da çağırıcı’nın davetine koşup nostalji sahnelerine bizim gibi şahit oldu..
Mühim olan eskiyi ihya etmek.. 0 güzel hatıraları yeniden yaşamak.. Ve de günün yorgunluğundan bir nebze de olsa kurtulmak..
Bu itibarla, maziye saygılı Başkan Lokman çağırıcı’yı tebrik ediyorum..
Teşekkürler Başkan.. Yenisi gelsin..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi