Yargı Yoluyla Kaos

Yargı Yoluyla Kaos

Yargıtay başsavcısının AKP aleyhine açtığı kapatma davası bir çok hukukçu tarafından rezalet olarak nitelendirildi.Anayasa’nın 69. maddesi, partilerin ancak hukuk dışı fiillerin odağı olması durumunda kapatılabileceğini belirtiyor. Odak olmayı ise, hukuk dışı fiillerin parti üyelerince yoğun olarak işlenmesi ve bunun parti yönetimi tarafından da paylaşılması olarak tarif ediyor.

Bu ölçüler içerinde AKP’ye odak diyebilmek için bir çok parti üyesi için –aynı tip-hukuk dışı iş ve eylemden dolayı dava açılmış olması veya mahkumiyet kararının bulunması gerekiyor.

Ortada AKP üyelerinin çoğunluğu tarafından işlenmiş hukuk dışı bir fiil bulunmadığı gibi, açılmış bir dava da mevcut değil.Hal böyleyken AKP’nin odak olarak alınıp, kapatma davasının muhatabı edilmesi tam bir hukuk ihlalidir.

Yazık ki Türkiye’de iki de bir politikacıların dokunulmazlığı gündeme getiriliyor.Temiz siyaset için dokunulmazlıkların kalkması yönünde ucuz nutuklar atılıyor.Halbuki Türkiye’de en kolay dokunulabilen kesimi siyasetçiler teşkil ediyor. Siyasi tarihimiz kapatılmış partilerin, asılmış, sürgün edilmiş, işkence görmüş, hapsedilmiş politikacıların hikayeleriyle dolu..Politikacı yanlışlarının faturasını şu veya bu şekilde ödüyor.Ya seçim sandığında kaybederek, ya da bu tip sıra dışı, mesnetsiz ithamların muhatabı olarak..

Ama yaptığı yanına kar kalan, kimsenin dokunamadığı meslek gurupları da var. Bunların başında yargı mensupları geliyor.Asılsız,soyut, hiçbir somut delile dayanmadan davalar açılıyor, insanlar töhmet altında bırakılıyor, ülkenin dengeleri alt üst ediliyor,ama sonunda tüm iddiaların mesnetsiz olduğu anlaşıldığında bile kimse –iddianın sahibine-bir şey edemiyor.

Niye?

çünkü,Yargının dokunulmazlığı var. Bir süre sonra da her şey unutulup gidiyor..Kimse bu davayı niye açtın diyemiyor.Yargı bağımsızlığı, Yargıçların her türlü iş ve icraatını meşrulaştıran, yanlışlarını örten bir örtü gibi kullanılıyor.

Birkaç haftadır Yüksek yargının bazı üyeleri, sağda solda meslekleriyle hiç alakası olmayan konularda konuşup,hukukçu kimlikleriyle siyaset yapıyorlar.Yasaların suç saydığı fiilleri alenen övmekte bir beis görmüyorlar. Kimi darbeleri, kimi idamları övüyor, ama yargı kurumunda bu hukuk dışı fiillere karşı en küçük bir ses çıkmıyor.

AKP davası, Türkiye’nin birinci belki de en birinci meselesinin yargının siyasallaşması olduğunu göstermiştir.Halkın % 47 sinin oy verdiği, ve yöneticileri hakkında tek bir davanın bile açılmadığı bir partiye sırf siyasi mülahazalarla dava açma cüret ve cesaretinin gösterilmesi, acil bir yargı reformunun gerekliliğine işaret ediyor.

Başsavcının iddiasını başörtüsü, Cuma namazı ve Başbakan’ın üç çocuk yapma tavsiyesi üzerine oturtması ise ayrı bir fecaattir.Başörtüsünün laiklik dışı fiillerin gerekçesi olarak gösterilmesi aynı zamanda CHP dışındaki tüm partilerin meşruiyetini tartışılır hale getiriyor.Bu yönüyle kapatma davası aslında tek partiyi istisna’layarak demokrasiyi hedef alıyor.Dolayısıyla,tek parti Türkiye’sine dönüşe özlemin sinyallerini veriyor.

Peki,AKP kapatılır mı ?

Bu iddialarla dünyanın hiçbir yerinde parti kapatılmaz.

Eğer bu ülkede hukukun, vicdanın,adaletin zerresi varsa Türkiye’de de kapatılmaz.Ama ben Baş savcı’nın esas gayesinin kapatmadan çok AKP’yi hırpalamak olduğunu düşünüyorum.Bu dava ile birlikte ekonomik dengelerde meydana gelecek dalgalanmalarla hükümetin yıpratılması hedeflenmiştir. Dava ile birlikte AKP’nin hareket sahası daraltılmış,reform yapma, statükonun üstüne gitme yeteneği de sınırlanmış olacaktır.Hedeflerden biri de budur.

Yapılacak iş, gecikmeden bir hukuk reformu yapmak ve darbeci, tek partici, politize olmuş unsurları yargıdan söküp atarak, her kese ve her kesime aynı mesafede bir Yargı kurumu inşa etmektir.


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi