Zarf ve mazruf hikâyeleri..

Zarf ve mazruf hikâyeleri..

Ne demiş Mevlana Hazretleri; “Nice insanlar gördüm üstlerinde elbise yok.. Nice elbiseler gördüm içlerinde insan yok..”
Ne anlamlı bir teşbih.. Sanki zamanımızı yansıtıyor.. Bu fotoğraf kıyamete kadar da devam edecek.. Kısacası; insanın var olduğu her zaman diliminde de geçerliliğini koruyacak..
İlk olarak Mevlana Hazretlerinin işaret ettiği benzetmelerden başlayayım.. Hatta ve hatta önce cami cemaatinden başlayalım.. Hoca camide vaaz veriyor.. Kul hakkından bahsediyor.. Alacak-verecek meselesine değiniyor.. Misallerle anlatıyor.. Herkes de soluksuz dinliyor!.. Dinliyor da ne oluyor?.. Camiden çıktıktan sonra yaşantı aynen sürüyor!.. Eski tas, eski hamam!.. Elini verip kolunu alamadığın bir sürü insan yine etrafta kol geziyor..
Peki hocanın anlattıklarından etkilenen yok mu?.. Vardır elbette ama önemli olan yüzde.. İnsanlar zıvanadan çıkmışsa hoca ne yapsın?..
Yine vatandaş camiden çıkıyor, ayakkabılarını paspas gibi çırpıyor.. Ayakkabıdan çıkan tozlar mikrop saçar, diye hiç düşünmüyor!.. Ya da ayakkabılarını bir metre yukarıdan yere küüttt diye bırakıyor.. Edep bunun neresinde?.. Saygı bunun nesinde?..
Hadi camiden açtık meseleyi devam edelim.. özellikle yazlık muhitlerde çıplak ayakla namaz kılmak adeta moda oldu.. Caiz mi?.. Herhangi bir günahı, yasağı yok.. Ancak temiz bir çorap giyilse daha uygun olur.. Kimse kimsenin uzamış tırnağını mayasıllı parmağını görmemiş olur.. İşin daha da acayibi, benim mübarek kardeşim abdest alıyor, ayaklarını kurulamadan ıslak bir biçimde geliyor, namaza duruyor.. Ayağında mantar mı var, başka rahatsızlık mı var, artık kısmete!..
Böyle şey olmaz, değerli dostlarım!.. Hocalar istedikleri kadar anlatsınlar, bazı cemaatin bir kulağından girip diğerinden çıkıyor.. Fakat hamiyetli duyarlı kişiler de var.. Mesela bunlardan bir tanesinden bahsedeyim.. İstanbul-Yeşildirek Aktarbaşı Han’da çorap tüccarlığı yapan Ali Bölükbaşı, bir muhabbetimizde; “Sami Bey, çorabı eski ya da kirli olanlar bulunabilir düşüncesiyle her Cuma günü bulunduğum handa ücretsiz çorap dağıtıyorum!.. Sırf Müslüman kardeşlerimiz Halik-i Zülcelal’in huzurunda temiz bir şekilde dursunlar diye!..”
Allah razı olsun!.. Ali Bölükbaşı gibi kardeşlerimizin de sayıları artsın..
Yine cami cemaatine yakıştıramadığımız olumsuz görüntülere dönelim.. İmam efendi Allahü Ekber deyip namazı başlatıyor.. Birtakım kişiler de işin makarasında.. Cemaat neredeyse rükua inecek onlar işin sohbet faslında.. Nerede kaldı cami adabı?..
Tabii artık eski hocalar da kalmadı.. Cemaate gönül frekansından seslenebilen hocalarımızın sayıları hızla tükeniyor.. Allah selamet versin, Enver Baytan Hocaefendi gibi, cemaatle hikayeli fıkralı kontak kurabilecek, cemaatin pürdikkat takip ettiği, kaç kişi kaldı ki?.. Kaldıysa da çok az..
Sırası gelmişken enteresan bir anekdot paylaşayım sizlerle.. Yaz Ramazanlarından bir gündü.. 70’li yılların sonu.. Muhtemelen 1977-78 gibi.. İkindi vakti.. Fatih Camii'nde bir Hocaefendi vaaz veriyor.. Cemaatte uyuklama hali var.. Belki de günün yorgunluğundan olsa gerek.. Hoca bir ara oldukça yüksek sesle konuşmaya başladı.. Herkes de haliyle bir toparlanma, bir ayılma, oldu.. Bunun üzerine Hoca gülmeye başladı ve ardından konuşmasına devam etti.. “Rahatınıza bakın ey cemaat!.. Sizin bu durumunuza aslında şaşırmadım!.. Zira kabahat bizim!.. Biz anlattıklarımızla amel etmiyoruz ki size tesirimiz olsun!..”
Hocanın özeleştirisi böyleydi.. Demek ki tesirsizlik o yıllarda da vardı..
Biraz daha devam edelim “zarf&mazruf” muhabbetine..
İnsan.. Başka bir ifadeyle Eşref-i Mahlukat.. Yaratılmışların en mükemmeli.. Ama her türlü herzeyi de karıştıran yine bu insan!.. Adama bakıyorsunuz, üzerindeki elbise birinci sınıf.. Ama iş ilişkisine girdiğinizde cıvıklaşıyor!.. Makyajı dökülüyor, cibilliyeti ortaya çıkıyor.. Biraz nasırına bastığınızda o beyefendi hali gidiyor, yerine “canavar” geliyor..
Nezaket yok.. Zerafet sıfır.. Kibarlık hele hiç yanından geçmemiş!. “Sev yaradılanı Yaradan’dan ötürü” düşüncesi sadece ezberlerde kalmış.. Varsa yoksa menfaat.. Dalavere.. Koltuğu kaptırmama savaşı.. İşi için gelir boynuna sarılır, işini bitirdikten sonraki tavır; “tanıma beni!.” Ya da biraz biti kanlanınca, ilk olarak gariban akrabalarınla, orta halli arkadaşlarınla selamı keser!.. Sınıf atladığını zannettiğinden yapar bunları.. Hey zavallı, bilmez ki “Sultan Süleyman da olsa gideceği yer belli..”
Yine kişiyi adam zannediyorsunuz, borç para veriyorsunuz.. Güya iyilik yapıyorsunuz ve bunu da “Allah rızası” için yapıyorsunuz!. Bir insanın hacetini görmenin Allah’ın da hoşuna gideceğini bildiğinizden yapıyorsunuz.. Fakat o da ne?. Elinizle verdiğiniz parayı alabilmek için akla karayı seçiyorsunuz.. Sanki adama iyilik yapmadınız, kötülük yaptınız!. Paranızı almak için adeta “dilenci” oluyorsunuz!.. 0ndan sonra canınız sıkılıyor, asabınız bozuluyor, bir daha iyilik yapmamaya tövbe ediyorsunuz ve bu sefer olan, gerçek ihtiyaç sahiplerine oluyor.. Sırf bu asalak insanların yüzünden yardım etmeyi durduruyorsunuz..
Peki bir de madalyonun tersine bakalım.. İnsanın üzerinde doğru dürüst giyeceği yok ama adam oğlu adam!.. Fakir, ama gönlü gani.. Ve de haya sahibi.. Aç biilaç olmasına rağmen kimseden on para isteyemiyor.. Alsa da söylediği günden önce götürüp veriyor.. İnsanı kırmıyor.. İnsanı dinliyor.. Konuşanın sözünü kesmiyor.. Küçüklere şefkatli, büyüklere saygılı davranıyor.. Kul hakkından adeta ödü kopuyor.. Herkese selam veriyor.. Cebindeki parayı kendinden daha garibanla paylaşıyor.. Ve Allah'ın istediği kul olmak yönünde gücü yettiğince mücadele veriyor..
İşte Mevlana Hazretlerinin işaret buyurduğu elbiseye önem vermeyen insan modeli..
Değerli okuyucularım; bugünkü yazımızda belki biraz başınızı ağrıtmış oldum.. Kim bilir, belki zülfiyare de dokundum.. Ancak, niyetimiz halisane!.. Umarım herkes bu kıssalardan payına düşen hisseyi alır..
Netice-i kelam;
Allah(cc) hepimizi emredildiği gibi yaşayanlardan eylesin..
Düzgün bir hayat süren, kişilikli, ahlaklı, faziletli kullarına ilhak etsin..


Önceki ve Sonraki Yazılar
Arşivi