Saliha Sultan

Saliha Sultan

Sözün sıhhati

Sözün sıhhati

Erzurum’un bir köyünde, kocası öldürülen bir kadının, katilin Muhammed adlı bir şahıs olduğunu öğrendiğinde, beddua etmek yerine “Muhammed, adı güzel Muhammed! Ben şimdi sana ne diyeyim?” diye ağıt yaktığını işitmiştim. İnsan hayran oluyor. Mümin feraseti dediğimiz hal bu olsa gerek. Canının en yandığı anda bile olana, bitene “Allah’ın nuruyla” bakabilmek… 

Mahir İz, hatıralarını kaleme aldığı “Yılların İzi” kitabında “sözün sıhhatini bilen” insanlardan bahsediyor. Birinci mecliste kâtiplik yapmış, erken cumhuriyet dönemine yakından tanıklık etmiş ve bugün hala canımızı yakan birçok hadiseye birebir şahitlik etmiş biri olarak gördüklerini baştan sona “sözün sıhhatini” kaybetmeden naklediyor. Kitabını kaleme alırken, bahsettiği bir hadisedeki şahsın anlatılan olaydaki rolü pekiyi olmadığı durumlarda dahi arkasından kötü konuşmamak kaygısıyla konunun üstünden şöyle bir geçtiğini görüyoruz. Devrinin en donanımlı şahsiyetlerinden Mahir İz’in hatıralarını yazdığı kalemi de mutlaka “sivri”dir, lakin anlatırken heyecanı, öfkeyi yenmenin oldukça zor olduğu konuları dahi “ince”likle yazıyor. İnsan hayran oluyor.

Bugün sözün sıhhatini bilen kaç kişiyiz? İçimizden herhangi birinin ileride torunlarımıza bugüne dair hatıralarımızı anlatırken kullanacağımız dili şimdiden çok merak ediyorum. Mesela, muhtemelen tarihe “iktidarla sınanan mütedeyyinlerin birbirine düşüşü” olarak kaydolacak 17 Aralık olayına yakından tanıklık etmekte olan günümüz “önemli” yazarlarının kalemlerinden gelecekte nasıl hatıralar okuyacağız? “Şu yazımda, şuna şöyle hakaret ettim, insanlar ikiye ayrıldı, herkes birbirine hakaret ediyordu. ” Olur mu? Olabilir. Gelecekte de “önemli yazarlar” olurlarsa tabii.

Kendisini “inananlar” olarak tanımlayan insanların birbirini ayet ve hadislerle dövdüğü günleri yaşadık, yaşıyoruz. Ne yazık ki; Ömerlerin adaletsiz, Alilerin ilimsiz, Osmanların hayâsız olduğu; Ebubekirlerin hakarette en “önde gittiği” günleri gördük, görüyoruz. İnsanın umudunu törpüleyen süreçlerde yazılanlar, çizilenler arasında “kardeşin kardeşe” ettiği yakışıksız sözleri gördükçe aklımdan tek bir soru geçti, hala geçiyor; “Şimdi bize bakıp kim Müslüman olmak ister?” Sezai Karakoç’un “Seni öldürmeye gelen sende dirilsin.” sözü tam da burada hayat buluyor. 

Sosyal medyada yazarı, çizeri, sıradan insanı, herkes tarafından sıkça paylaşılan “İslam güzel ahlaktır.” hadisini ve “Allah sabredenlerle beraberdir.” ayetini kendimizden başka herkese gönderilmiş “subliminal mesaj”lar olarak gördüğümüz sürece bu çağa ya da gelecek nesle ne anlatabiliriz bilemiyorum. Devamını getiremeyeceğimiz sloganlar atmak yerine; sözün sıhhatinden, ferasetten, sabırdan, dilin hesabından bahsetmek zayıflıkla ve korkaklıkla eşdeğer görülen bir eylem üstelik şimdi. Zülfüyâre dokunacak sözleri kullanmaktan ise kimse korkmuyor. 

Daha garibi, bir gün önce birbirine hakaret ederken, ertesi gün ikbal için kol kola girenler de artık kimseyi hayrete düşürmüyor. İtiraz eden olursa, işittiği hakaretlerle bir kez daha hayrete düşüyor. Hakaret ve hayret… Yan yana kullanıldığında kulağa hoş gelen iki kelime… Adı aynı hassasiyetlerle Ali, Osman, Ömer, Hasan, Hüseyin, Ayşe, Fatma koyulan “kardeşler”in yan yana, birlik içinde olması fikrinin kulağa çok hoş gelmesi gibi… 

Keşke bugünün “kitapsız”ları, yarının hatırat adayları artık kimseye bir faydası olmayan hakaret dilini bir kenara bırakıp biraz sözün sıhhatine baksa. Kardeşler arasına daha fazla nifak sokulmasa… Hayal mi? Düne bakarsak, bugün ne hayaller gerçek oldu, bu neden olmasın?...

Önceki ve Sonraki Yazılar
YAZIYA YORUM KAT
UYARI: Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve büyük harflerle yazılmış yorumlar onaylanmamaktadır.
Saliha Sultan Arşivi