M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Unutulan Fânilikler

Unutulan Fânilikler

Yılını tam olarak hatırlamıyorum, 1950'lerin sonuna doğruydu. İktidarda Adnan Menderes'in Demokrat Partisi var, İsmet Paşa muhalefette. Kendisi çok kindardı, yıkıcı muhalefet yapıyordu. Bir ara Menderes ile İnönü karşılıklı söz düellosuna girişmişlerdi. O zaman televizyon yoktu, radyo vardı, o da devletin, dolayısıyla iktidarın kontrolündeydi. Adnan Menderes'in İnönü'ye verdiği uzun cevaplar radyoda yayınlanıyor, İnönü'nün beyanları ise başta CHP'nin yayın organı Ulus olmak üzere muhalif gazetelerde çıkıyordu.

Yaz tatilinde merhum üstad Mahir İz, Kanlıca'da ablasının köşkünde kalırdı. Meşhur Celal Hoca (Celaleddin Ökten) Kanlıca ile Çubuklu arasında yamaçtaki denize bakan eski ve harap bir evde ikamet ederdi. Hâlâ hatırlıyorum, her ihtimale karşı büyük sofanın tavanına bir payanda konmuştu. Evde sanırım elektrik de yoktu. Bu evde, Hoca efendi bir yaz, Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki ihtilafla ilgili dersler vermişti. İbn Teymiyye'nin Minhacü's-Sünne adlı eserini kaynak gösterirdi. Bu dersleri duyan geldi, cemaat çoğaldı, Hoca da evhamlanıp tedirgin olduydu...

Her neyse, biz yine sadede gelelim. Menderes ile İnönü atışıyorlar, her gün gazetelerde sekiz punto küçük yazılarla sütun sütun beyanatlar, karşılıklı suçlamalar yayınlanıyordu. Celal Hoca bunları okumaya meraklıydı. Bendeniz geldiğimde bazen bana okuturdu. Uzun yazılar... Oku oku bitmez.

Şimdi aradan yarım asra yakın zaman geçti. Menderes asıldı, İnönü bandolu bir cenaze töreniyle Dar-i Ceza'ya gitti. Üstad Mahir İz, Cemal Hoca rahmet-i Rahman'a kavuştu. O eski kavgaları, polemikleri bilen bile kalmadı.

Dünya değirmeni döner durur. İnsanlar, liderler, meşhur kişiler tane gibidir, onları öğütür, un ufak eder.

Medyada yeni kavgalar anlatılıyor. Erdoğan ile Baykal atışmış... Devlet Bahçeli şunu demiş, filanca bunu demiş, Feşmekân bey hop oturmuş hop kalkmış...

Halk yığınları kavgalara, polemiklere pek meraklıdır ama bunların faydası yoktur.

Şu dünya fânilikler dünyasıdır.

Dünya Sultan Süleyman'a bile kalmamış.

Dünyevî iktidarlar gelip geçicidir.

Eskiden sultanlar, padişahlar için "Saltanatı devirlerin sonuna kadar sürsün" diye dua edilirmiş. Uygun bir dua değil.

Bin yıl yaşasan yine cihan bu

Gerdiş bu zemin bu âsüman bu

O

FİLMDE onu çok rakı içen, sinirlenen, buhrana düşen, öfkelenen bir insan olarak tanıtıyorlarmış. Bu tanıtım üslubu onu tanrılaştıran, putlaştıran zihniyeti çok rahatsız etmiş. Ağır tenkitler yapmışlar, verip veriştirmişler.

Herkes bir türlü yazıyor. Engin Ardıç, "Gençliğinde parasızlıktan kestane ile rakı içtiğini öğrendiğim gün onu daha çok sevmiştim" diyor.

Onun hakkında söylenenlerin, yazılanların çoğu gerçek dışıdır, yalandır.

Yıllarca ona uşaklık ve garsonluk yapmış olan Cemal Granda'nın hatıra kitabında hayli enteresan bilgiler mevcuttur.

Granda'nın hizmet görürken hatıra tutması, bir deftere veya kağıtlara notlarını yazması yasakmış...

Bu hatıra kitabının birkaç baskısı var.Bir ara Hürriyet yayınları içinde de basılmıştı. Çeşitli baskılarının metni hep aynı mıdır, yoksa bazı çıkartmalar yapılmış mıdır, bu konu incelenmeli.

Bu mevzuda en önemli, en hayatî, en acayip bilgi, 1940'ta Kudüs'te (Filistin o tarihte İngiliz mandası altındaydı) İbrani diliyle basılan iki ciltlik bir kitaptadır. (Yazarı: Itamar Ben-Avi.)

1994'te, ABD'de yayınlanan The Forward adlı Yahudi gazetesinde de düşündürücü bir yazı çıkmıştır.

Babası olarak gösterilen zatın üvey babası olduğu söyleniyor. Üvey kardeşleri de varmış. Engin Ardıç bu konuda epey yazdı.

Son Padişahın kızını almak istemiş, Sultan hanım ona varmamış, Veliahd Abdülmecid efendinin yakışıklı oğluyla evlenmişti. Bu izdivac (evlenme) gerçekleşmiş olsaydı, yakın tarihimiz bambaşka olacaktı. Tarihçiler bu konularda niçin ilmî, ciddî, mufassal (ayrıntılı) kitaplar yazmıyor?

Hakkında onbinlerce kitap, risale, makale yazılmış olmasına rağmen o hâlâ büyük bir mechuldür (bilinmeyendir). Niçin? Kökeni... İnançları... Niçin bu konularda doğrular yazılmıyor?

Şahısları putlaştırmak doğru mudur?

Efsaneleri bir kenara koyarsak karşımıza nasıl bir insan çıkacaktır?

Onun açtığı çığırla Türkiye nereye gelmiştir?

Türkiye ve Japonya...

Armstrong'un onu anlatan kitabının son cümlesi ne kadar ilginçtir. 1936'da yazılan o kitabın o son cümlesi, İngilizlerin ne kadar uzak görüşlü olduğunu ispat ediyor.

Türkçe tercümelerde acaba bu cümle yer alıyor mu?

Bir Açıklama

Bazı muhterem kardeşlerimiz "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadis-i şerifine itiraz ediyorlar ve "ihtilaf nasıl rahmet olabilir, o rahmet değil azap sebebi olur ancak..." mealinde fikirler serd ediyorlar.

Arapça kelimeleri Türkçe'deki manalarıyla ele almak yanlış anlamalara sebebiyet verebilir. Arapça'da ceza hem mükafat (ödül), hem de ukubat manasına gelir, bizde ise sadece ukubat olarak anlaşılır. Araplar "CezakAllahu hayren kesira" derler, yani Allah seni mükafatlandırsın demektir.

İhtilafın manası olumsuz farklılıklar demek değildir. İhtilaf bazı ayrıntılı konularda ve meselelerde çeşitlilik, farklılık demektir.

İslâm alimleri ihtilafı (çeşitliliği, farklı görüşleri) iki kısma ayırmıştır:

1. İmanî konulardaki aykırı ihtilaf. Bu küfre ve bid'ate götürür; olumsuz, mezmum (kötülenmiş) bir ihtilaftır.

2. Fıkha ait ayrıntılardaki, fer'î meselelerdeki bazı çeşitliliklerdir ki, işte Ümmet-i merhume için rahmet olan budur.

Yüce dinimizin asla, temellere (usûl) ait meselelerinde ve hükümlerinde Ehl-i Sünnet imamları, uleması, fukahası ihtilaf etmemiştir. Farklılıklar fer'î meselelerdedir.

Müctehidler bir meselede ihtilaf etseler, ictihadı doğru olanlar iki sevap alır, yanılmış olanlar bir sevap alır.

Resulullah Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sağlığında Ashab-ı Güzin (radiyallahu anhüm ecmain) arasında da teferruatta, ayrıntılarda, metot ve meşrebte çeşitlilik vardı. Lakin usulde, temelde, dinin esasında hiçbir farklılık ve çeşitlilik yoktu.

Nakşibendî tarikatı ile Mevlevî tarikatı esasta, usûlde birdir; lakin meşrepte, metotta, teferruatta farklılıklar vardır. İnsanlar istidatlarına göre Nakşî veya Mevlevî olurlar, esasta bir değişiklik olmaz, meşrebte olur. Onun da önemi yoktur. Bu farklılık ve çeşitlilik bir zenginliktir, bir genişliktir, bir kolaylıktır.

Her iki tarikatta da sahih iman, beş vakit namaz, diğer ibadetleri eda, sünnete ittiba, Kur'ân ve Peygamber ahlakı ile ahlaklanmak, ihlaslı ve takvalı olmak gibi temel esaslar hep aynıdır.

Dört hak mezhebin fıkıhlarında esasa, temele, usûle ait hiçbir farklılık yoktur.

Kötü, kötülenmiş, zararlı ihtilaflar hangileridir?

1. Allah'ın sıfatlarındaki ihtilaflar kötüdür. Cenab-ı Hak kemal sıfatlarla sıfatlıdır ve noksan sıfatlardan münezzehtir. Bu hususta ihtilaf, farklılık olamaz.

2. Kur'ân-ı Kerim'in müttefakun aleyh, üzerinde ittifak edilmiş muhkem emir ve yasaklarında ihtilaf olamaz.

3. Peygamberimizin mütevatir ve sahih hadislerindeki esasa ait ihtilaf olamaz. Bunların yorumunda ayrıntılara ait çeşitlilik olabilir.

4. On dört asırlık icmâ-i ümmete aykırı farklılıklar makbul değildir. "Ümmetimin ihtilafı rahmettir" hadîsi mevzu değildir. Güvenilir hadîs kitaplarımızdan Beyhakî'de "Muhammed aleyhissalatü vesselamın Ashabının (radiyallahu anhüm ecmain) ihtilafı Allah'ın kulları için bir rahmettir" buyurulmaktadır.

"İhtilaf nasıl rahmet olur, o azap sebebidir" diyenler kendi heva ve rey'leriyle konuşuyorlar.

Bu konuda icazetli ve salahiyetli ulema canibinden yukarıdaki izahatın yanlış olduğuna dair bir açıklama gönderilirse hatâmı kabul eder ve tavzih metnini yayınlarım

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi