M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Oy kullanırken başıma gelenler!

Oy kullanırken başıma gelenler!

Belediye Hizmetlerinde Vasıf

Türkiye'nin en çok muhtaç olduğu şey vasıftır. Her sahada, her konuda, her yerde vasıf; bütün kesimlerde vasıf.

Belediye seçimleri yapıldı, yeni hizmetler ve faaliyetler yapılacak. Bunların doğru dürüst, yerli yerinde, verimli ve güzel hizmetler olması için vasıflı hizmetkârların, vasıflı bir şekilde yapmaları gerekir.

Bin kere tekrarlasam azdır... Vasıf ne demektir?

1. Bilgide ve kültürde vasıflı olmak... Cahillikle, yetersiz kültürle vasıf olmaz.

2. Aksiyonda yani ahlâkta, karakterde, fazilette vasıf. Bilgili ve kültürlü ama ahlâkı ve karakteri düşük, faziletsiz...Böyleleri hizmet edemez.

3. Güzellikte, sanatta, estetikte vasıflı olmak... Bilgili, kültürlü, ahlâklı, faziletli ama zevksiz, sanatsız... Bu da hizmet edemez. Çirkinlikle hizmet bir arada olmaz.

Şöyle lâflar duyuyorum: "Hem yiyor, hem hizmet ediyor..." Kimler için söyleniyor bilmiyorum, böyle belediyeci, böyle belediyecilik olmaz olsun.

Bendenizde eski Roma yolları hakkında İngilizce bir kitap var. Bugünkü makinelerin olmadığı, 2000 yıl önceki Roma yollarının bir kısmı hâlâ duruyor... Nasıl sağlam yapmışlar... Binlerce yıl dayanacak zeminler üzerine kalın mermer tabakalar döşemişler...

Hem çok sağlam, hem çok güzel yollar. Yolun güzeli olur mu? Hiç olmaz olur mu?

Belediyecilikte en kolay, en sıradan şeyin yaya kaldırımı olduğu sanılır. Hiç de öyle değildir. Bir Paris'in, bir de İstanbul'un yaya kaldırımlarına bakın, ne demek istediğimi anlarsınız.

Namuslu, şerefli, haysiyetli, vatansever, ahlâklı, faziletli, bilge, alnı açık, yüzü ak belediyecilerimizi tenzih ederek söylüyorum; rantçılık bugünkü Türkiye'nin en büyük ayıbıdır.

İnşaata, yapılaşmaya yahut yüksekliğe kapalı büyük bir araziyi ucuza alacaklar; sonra allem edecekler kallem edecekler bunu yapılaşmaya açacaklar; arazinin değeri bir anda 30, belki 50, hattâ 100 misli değerlenecek, birileri köşeyi dönecek...

Şehirlerde köy, kırsal kesim, gecekondu, varoş, bedevî, göçebe kültürüyle vasıflı belediyecilik yapılamaz.

Kimseyi suçlamadan yazıyorum: İstanbul'un tarihî sur içi bölgesi belediyecilik, yapılaşma, tarih, kültür, sanat bakımından büyük bir felâket manzarası arz etmektedir. Eminönü'nde, Süleymaniye'de Haliç sahillerinde, Sulukule'de ve daha saymakla bitmez semtlerdeki binaların büyük bir kısmı metrûktur (terk edilmiştir). Ayvansaray'dan Yedikule'ye kadar Bizans surlarına paralel sokakları geziniz, medenî bir İstanbullu iseniz utancınızdan, ârınızdan yerin yedi kat dibine girersiniz.Eciş bücüş gecekondular, yıkık duvarlar, yangın yeri gibi arsalar, bin türlü pislik ve derbederlik.

Bu şehir Almanların, İsveçlilerin, Norveçlilerin, Avusturyalıların taht-ı idaresinde olsaydı bir açık hava müzesine dönerdi ve seyrine doyum olmazdı.

Abartıyor muyum, yalan mı söylüyorum? Buyurun sanatçılardan, mimarlardan, estetlerden, peyzaj uzmanlardan, tarihçilerden oluşan mümtaz ve vasıflı bir bilirkişi heyetiyle şehri gezelim. Rezaletlerin, kepazeliklerin, viranelerin, çirkinliklerin, yıkık duvarların, iğrenç binaların velhasıl bütün uygunsuzlukların, pisliklerin, çirkinliklerin filmleri ve fotoğrafları çekilsin.

Var mısınız?..Var mısınız?..

İstanbul 2010 yılı dünya kültür merkezi ilan edilmiştir.

Ayvansaray'ı, Fener'i, Cibali'yi, Küçük Ayasofya'yı, Silivrikapı'yı yabancılara göstermekten utanmayacak mısınız?

Vasıflı olanlara bir şey demiyorum ama vasıfsız belediyeciler İstanbul'u mahvetmişlerdir. İngiltere veliahtı Prens Charles bu şehre son geldiğinde ne kadar ağır konuşmuştu.

Rant rant rant... Belki yekûn olarak bir trilyon dolarlık rant oluşturuldu ve yenildi ama İstanbul elden gitti.

İstanbul dünyanın en büyük köyü veya mezrası haline getirildi.

İstanbul büyük bir beton Sahra-yı Kebîr'i haline getirildi.

Yedi küsur şiddetinde zelzelede binaların yüzde altmış beşi çökecek bir İstanbul.

Bir medeniyet, kültür, şehircilik, peyzaj faciası...

Osmanlı, Taksim'de bir topçu kışlası yaptırmıştı. Bulursanız resimlerine bakınız, (üslubunu beğenmeyebilirsiniz ama) harika bir bina, ayakta kalsaydı beş yıldızlı bir otel, bir kültür merkezi olabilirdi. Şimdi yerinde yeller esiyor.

Ayasofya varmış... Bin beş yüz sene önce yapılmıştır.

Süleymaniye, Sultanahmet ve diğer selâtin camiler varmış, asırlarca önce yapılmıştır.

Bu şehirde sanatlı, haysiyetli, güzel, bakması insana zevk ve haz veren ne varsa hep mâzide yapılmıştır.

İstanbul'un, hiç olmazsa tarihî bölgeleri kurtarılabilir, tekrar medenî ve güzel bir hale getirilebilir mi? Bu mümkündür ancak bazı şartlarla:

1. Vasıflı belediye hizmetleriyle.

2. Hiçbir ranta tenezzül etmeyen ahlâklı, karakterli, faziletli kadrolarla.

3. Şehir kültürüyle.

4. Bedevîliğin zıddı olan medenî kültürle.

İstanbul'un göbeğinde, Valiliğin birkaç yüz metre yakınında Cağaloğlu'nda harap bir medrese vardır. Hadım Hasan Paşa Medresesi. Zaten bir kısmı yıllarca önce yola gitmiş, yarısı kalmış. Bendeniz çocukken 1940'lı yıllarda bu medrese yine harap vaziyette duruyordu. Hafta tatillerinde Cağaloğlu'nda Şeref Efendi sokağında oturan teyzem merhume Hamdune hanıma gelirdim. Medrese o zamanlar da metruktü, haraptı. Aradan 60 küsur yıl geçti, hâlâ harap. O güzelim tarih, mimarlık, sanat eserinin kaderidir harap kalmak, harap bırakılmak. Çünkü bir İslâm eseridir, çünkü bir Osmanlı eseridir. Orada bir Rum kilisesi bulunsaydı öyle bırakılır mıydı?

Vakıflar idaresinin bu ecdat eserini tamir ve restore edecek parası yok mu? Olmaz olur mu? Bol bol var. Lâkin tamir edilmez. Büyükşehir Belediyesinin parası yok mu? Var. Devletin yok mu? Var...Lakin bir türlü tamir etmezler bu binayı. Şehrin merkezinde çürük bir diş gibi durur. İçimden geçiyor: Kasıtlı olarak tamir edilmeyen, inadına restore edilmeyen bu Osmanlı eserinin acıklı, utanılacak halinin resimlerini çektireyim ve İngilizce bir broşür bastırayım. 2010 Dünya Kültür merkezi İstanbul'dan görkemli bir şaheser diye... İlgililer belki harekete geçer.

Hadım HasanPaşa Medresesi gibi daha ne tarihî binalar var harap türap.

Belediyecilik hizmetleri; yollar, kaldırımlar, binalar, duvarlar nasıl olmalı biliyor musunuz?.. Büyük Çin Seddi'nin taş kısmı yapılırken, her gün ustalar ve işçiler çalışır bir miktar duvar inşa ederlermiş. O günün akşamı, iş tatil edildikten sonra müfettişler, denetleyiciler yapılan yeri gezerlermiş. Ellerinde çiviler. Duvarın neresinde o çivinin gireceği kadar bir boşluk bulurlarsa, onu yapan işçiyi ve ustayı hemen oracıkta idam ederlermiş. Çin Seddi halen duruyor...

Çin Seddi bizdeki yaya kaldırımları, parke döşeli yollar gibi yapılmış olsaydı çoktan yerinde yeller eserdi.

Seçim kampanyası esnasında İstanbul'da (yurdun öteki yerlerini bilmiyorum) binlerce, onbinlerce kaçak bina yapımına başlandı, kaçak kaç katlar çıkıldı. Kimsenin umurunda değil.

Belediyelerimiz vasıflı olsa halkımıza domuz eti, eşek eti, yaban domuz eti, ölü hayvan eti yedirilmez... Hormonlu sebze ve meyve yedirilmez...Şekerden yapılmış sahte bal yedirilmez... İçinde en az dört çeşit zararlı ve uzun vâdede zehirli kimyevî madde bulunan ekmek yedirilmez...

Ağaçların budanması bile vasıf ister.

Türkiye bocalayıp duruyorsa bunun birinci sebebi vasıfsızlıktır.

Lütfen ezberleyelim:

* Vasıflı hizmetkâr bilgi ve kültür sahibidir.

* Vasıflı insan ahlâk, fazilet sahibidir.

* Vasıflı insanda estetik, sanat, güzellik boyutu vardır.

* Vasıflı insan doğrudur dürüsttür, iyidir, güzeldir.

* Vasıflı insan namusludur, haysiyetlidir, şereflidir. Onda ruh asaleti vardır.

* Vasıflı insan yalan söylemez, halkı aldatmaz, emanetlere hıyanet etmez.

* Vasıflı insan haram yemez.

* Vasıflı insan rüşvet yemez.

* Vasıflı insan kara, kirli, necis para kazanmaz, böyle servetlere sahip olmaz.

* Vasıflı insan yandaşlık, partizanlık yapmaz.

* Vasıflı insan, bir iş, bir hizmet yaparsa iyi yapar, sağlam yapar, güzel yapar.

Seçim Günü

SEÇİM günü öğle sıralarında oy vereceğim okula gittim. Sırada birkaç kişi vardı. Vatandaşlar birkaç kağıdın üzerine bir damga basmak için ne kadar düşünüyor...Bir dakikada bitirilecek bu iş için on dakika bekleyenler ve bekletenler vardı.Bendeniz oy verilen sınıfın kapısında beklerken, kır sakallı bir zat hanımı ile geldi, oradaki tahta sıraya oturdu. Birkaç dakika sonra yanıma geldi, "Sıra senin mi?" diye sordu. "Evet" dedim. Tekrar sordu: "Yalan söylemiyon değil mi?"

Nerede olduğunu unuttum, dalgın vatandaşın biri yanlışlıkla oy pusulasıyla birlikte zarfın içine dört yüz lirasını da koymuş sandığa atmış.Sonra farkına varmış, zarflar açılıp oylar sayılırken para bulunmuş, orada bekleyen sahibine verilmiş.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi