M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Çaresiz bir toplum

Çaresiz bir toplum

Ülkemizde akıllara durgunluk verecek bir dinamizm görülüyor. Büyük bir ülke, yetmiş iki milyonluk bir halk, çeşitli zenginlikler, imkânlar, fırsatlar, enerji dolu bir toplum...

Madalyonun arka tarafı berbat mı berbat. Son derece yetersiz, çağdışı bir eğitim sistemi... Türkiye'nin Ortadoğu'nun Japonya'sı veya Güney Kore'si olmasını engelleyen miadı dolmuş bir resmî ideoloji, toplumun ihtiyaçlarına cevap veremeyen bir hukuk sistemi, insana dehşet veren korkunç bir bürokrasi... Yaygın, salgın, müzmin, şaha kalkmış bir kokuşma, kirlilik... Ehliyetsizliğin ve liyakatsizliğin hâkimiyeti... Dehşetli bir yabancılaşma...

Güçlü bir Türkçesi olmayan Türkiye nasıl ilerlesin, medeniyet yarışında önde koşsun?

Shakespeare'siz bir İngiltere, Schiller ve Goethe'siz bir Almanya, Cervantes'siz bir İspanya, Molière'siz bir Fransa düşünülebilir mi?.. Fuzulî'siz bir Türkiye de düşünülemez. Biz Fuzulî'yi yitirmişiz.

Liselerinde mantık okutulmayan bir ülke nasıl sağlıklı, dengeli bir şekilde kalkınacak?

Yazık yazık yazık... Millî eğitimimiz Türkçe okuma ve yazma bile öğretemiyor? Siz bugünkü okuma yazmayla iş biter mi sanıyorsunuz?

Biz medeniyetimizi yitirmişiz de haberimiz yok.

Bugünkü kısır döngüden, bugün içinde çırpındığımız bataklıktan nasıl kurtulacağız?

Ziyalılarımızın, gerçek okumuşlarımızın ve düşünürlerin çareler ve çözümler aramaları, bunları olumlu bir şekilde tartışmaları gerekmez mi?

Niçin eğitimde köklü reformlar yapmayı düşünmüyoruz?

Niçin, bu ülkeye, bu halka, bu devlete köstek olmayacak milli bir hukuk için çalışmıyoruz?

Türkiye'yi Singapur, Norveç, Finlandiya ve benzeri medenî ülkeler haline getirmek için niçin çareler, çözümler, sebepler araştırmıyoruz?

Niçin bugünkü korkunç kokuşmayı giderip, uluslararası temizlik ve şeffaflık notumuzu 10 üzerinden en az 7'ye çıkartmak için gerekenleri yapmıyoruz?

Partizanlıkla, nepotizmle, lüks ve israf ile, haksızlıklarla, cehaletle, bedevîlikle niçin gereği gibi mücadele etmiyoruz.

Niçin ufuklarımız geniş değil?.. Dedikodularla, magazin haberleriyle, futbol holiganlığıyla, seks kışkırtmalarıyla nereye varabiliriz?

Ya biz Müslümanlar... Bizim Müslümanlığı anlayışımızın ve sergileyişimizin Türkiye'ye faydası var mıdır?..

Nasıl bir Müslümanlık uygulaması ki, zekatları bile Müslümanca, adam gibi dağıtamıyoruz. Fakir, miskin, perişan, ezilen, mazlum kardeşlerimize vereceğimize zengin cemaatlere ve tüzelkişilere kaptırıyoruz.

Müslümanız ama mimarlık, sanat, estetik kıymeti olan camiler bile yapamıyoruz.

Binlerce din, Kur'ân mektebi, öğrenci yurdu binası niçin birer mimarlık ve sanat şaheseri değil?

Müslümanlar çoğunlukta diyoruz. Çoğunluktaysalar niçin büyük şehirlerdeki barolar Müslümanların elinde değil?

Bugünkü kültürsüzlük, düşüncesizlik, medeniyetsizlik, eğitimsizlik, hukuksuzluk, edebiyatsızlık, Fuzulîsizlik, mimarîsizlik, beyinsizlik ile geleceğimiz parlak değildir.

İstanbul 2010 yılı dünya kültür merkezi ilan edilmiş... Gelin sizi sur içi tarihî İstanbul'da gezdireyim, bizim kültür ve medeniyetten ne kadar uzak kaldığımızı göstereyim.

Atalarının mezar taşlarını okuyamayan bir toplum ne kadar medenî, ileri olabilirse biz de o kadar medenîyiz.

Türkiye'ye rehberlik edecek, halka ve gençliğe ışık tutacak ziyalılar!.. Neredesiniz, hangi deliktesiniz? Artık zuhur ve huruç edin... Fikirlerinize, çare ve çözüm tekliflerinize, olumlu tartışmalarınıza çok ihtiyacımız var...

DİYANET'İN YANLIŞI

TC Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından yayınlanmış "İslâm Dininin Temel Kaynakları" adlı kitapta, İslâm'ın temel kaynakları Kitab (Kur'ân), Sünnet ve ictihad olarak sıralanmış; icmâ-i ümmet ve kıyas-ı fukaha kaynak olarak zikr edilmemiş.

İctihadın din kaynağı olarak zikredilmesi yanlıştır. Çünkü:

1. İctihad kaynak değildir; Kitab ve Sünnetten din, fıkıh, şeriat hükümlerini çıkartmak için bir metoddur.

2. Her mü'min, her Müslüman ictihad yapamaz. Sadece ictihad yapmaya yeterli ilmi, firaseti, birikimi olan ehil büyük alimler yapabilir.

3. Her Arapça bilen ictihad yapamaz.

4. Önüne gelen ictihad yaparsa ümmet içinde kaos ve anarşi çıkar.

İslâm dinî tek ilahî dindir ama onun yorumlanmasında farklılıklar, fırkalar oluşmuştur.

Mason taqiyyeci, Müslümanları aldatan, İranlı olduğu halde kendisini Afgan, Şiî olduğu halde Sünnî gösteren Cemalüddin Afganî ictihadın yaygın hale gelmesi, önüne gelenin ictihad yapması fikrini ve tezini yaymıştır. Bu ise Ümmet-i Muhammed için son derece zararlıdır.

Tarih kitaplarımız yazar, İmamı Gazalî hazretlerinin hocası ve üstadı İmamü'l-Haremeyn el-Cüveynî hazretleri (Allah ikisine de rahmetiyle muamele buyursun) din ve dünya ilimlerinde en yüksek doruğa çıkmış, müctehid olmuştu. Lakin, artık bu devirde yeni bir fıkha lüzum yok demiş ve İmamı Şafiî hazretlerinin mezhebine bağlı kalmıştı.

Ne büyük incelik, ne büyük firaset, ne büyük edeb...

Türkiye'mizde bu devirde, müctehidden geçtik, hakikî mânasıyla (Tabakat-ı fukahanın en alt derecesi olan) beş adet müftü bile çıkmaz. Son devrin büyük müftüleri Ömer Nasuhi Bilmen, Bekir Haki efendi, Bulgaristanlı Ahmed Davud hocaefendi gibi zatlardır. Maalesef onların yerleri boş kalmıştır.

Günümüz Türkiye'sinde hiç müftü yoktur demiyorum ama gerçek müftülerin sayısının çok az olduğuna işaret ediyorum. Onlar, kerem edip bizleri dualarına katsınlar.

Türkiye'mizde Afganî'yi din ulusu ve önderi olarak kabul eden ve Müslümanları da buna çağıran bir İlahiyatçı vardır. Bu zat, elbette Arapça bilmekte ve 'âli ilimleri okumuş bulunmaktadır ama kesinlikle ictihad yapacak derece ve rütbeye çıkmış değildir. Hattâ fetva verecek durumu bile yoktur. İşte bu zat kendi kafasına ve hevasına göre, mevrid-i nassa (kesin naslara, kesin din hükümlerine) aykırı ictihadlar yapmaktadır. Onun müridleri, taraftarları vardır. Yaptıkları son derece tehlikelidir. Ümmeti böler, fitne ve fesada sebebiyet verir.

Laik düzende hangi makam ve mevki, kanun yapabilir? Büyük Millet Meclisi... Her Müslüman ictihad yapabilir demek, her vatandaş kendi kafasına göre kanun yapsın demek kadar saçmadır.

Bazıları şöyle diyor: Biz ictihad yapacak seviyeye çıktık ve binaenaleyh bu işi yapıyoruz.

Onların bu düşüncesi bir kuruntudan ibarettir. Böylelerine kerameti kendinden menkul şeyh (daha doğrusu müteşeyyıh) derler.

Türkiye'de şu anda müctehid derecesinde hiçbir ilahiyatçı ve din alimi yoktur.

Böyle bir kişi olsa bile bu devirde ictihad yapmaz. Zaman ictihad yapma zamanı değildir.

Bugünkü müctehid taslakları, başka bir tabirle naylon müctehidler, dine hizmet perdesi altında dini tahrip etmeye çalışıyor.

Şu müctehid kılıklı adama bakınız:

1. Dinin en temel emri olan namazı kılmaz.

2. İtikadı bozuktur.

3. Ahlakı bozuktur.

4. İhlası ve takvası yoktur.

5. Ahlakı ve karakteri bozuktur.

6. Din sömürüsü yapmış, bu yolla büyük servet edinmiştir.

7. Mütemâdiyen fikir ve görüş değiştirmektedir. Kendisine güvenilemez.

8. Azılı ve agresif din düşmanlarıyla ittifak yapmıştır.

9. Kendisini bir tür nebi gibi görmektedir.

Böyle bir adam nasıl ictihad yapabilir? Böyle bir adam nasıl din alimi, din önderi olabilir. O, insanları mutluluğa ve selamete götüren iyi bir kılavuz değildir, insî bir şeytandır. Deccaldir, kezzabtır.

(Yukarıdaki satırlar anonim tenkitlerdir. Herhangi bir isim verilmemiştir. Bu yazıyı iktibas edenlerin, fitne ve fesada sebebiyet vermemek için, isim vererek, hedef göstererek herhangi bir şahsa mal etmemeleri rica olunur.)

Diyanet'in din kaynakları tasnifi yanlıştır, eksiktir, yanıltıcıdır. Dinimizin kaynakları dörttür: Kur'ân, Sünnet, İcmâ-i ümmet ve Kıyas-ı fukaha... İctihad kaynak değildir, metoddur.

İcmâ-i ümmeti dışlamak büyük tahribata, fitneye ve fesada sebep olur.

Diyanet, reformcu ve değişiklik isteyen bozuk ilahiyatçıların değil, Ehl-i Sünnet cumhur-i ulemasının öğretilerini Ümmete öğretmeli ve duyurmalıdır.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi