M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Önceden Cezalandırmak Maksadıyla Tutuklama

Önceden Cezalandırmak Maksadıyla Tutuklama

ÇOĞULCU, âdil, gerçek Cumhuriyetin canına okunduktan sonra bu memlekette çok büyük adaletsizlikler yapılmıştır. Bu adaletsizliklerden biri de, tutuklamanın cezalandırma maksadıyla kullanılmasıdır.

1960'lı yıllarda bir evde çay içip, sohbet edip, arada Risale-i Nur okuyan Müslümanlar câniler gibi yakalanıyor ve tutuklanıyordu. Halbuki Risale-i Nur okumanın suç olmadığına dair binlerce kaziye-i muhkeme olmuş (kesinleşmiş) mahkeme kararı vardı.

Dinî kitap okuyan Müslümanların tutuklanmasının âdil olmadığını, bu vatandaşların bir müddet cezaevinde tutuklu sıfatıyla yattıktan sonra tahliye edileceklerini, en sonunda da yüzde doksan aklanacaklarını biliyorlardı ama yine de tutukluyorlardı.

Bendeniz o 60'lı yıllarda YENİİSTİKLÂL adında haftalık bir gazete çıkartıyordum. Merhum avukat Bekir Berk, tutuklanan Nurcuları müdafaa için bin türlü imkansızlıklar ve zorluklara göğüs gererek şehirden şehre koşardı. Bazı beraat kararlarını gazetede tam sayfa halinde yayınlardım.

1962'de, merhum Adnan Menderes'in ölüm yıldönümünde "Zulümlerin en Şenii ve Alçakçası Kanunların Gölgesinde Yapılandır" başlıklı bir yazı kaleme almıştım. Adnan Menderes'ten falan bahs etmemiştim ama hemen tutuklanmış ve Sultanahmet cezaevine konulmuştum.

Üç aydan fazla hapis yattıktan sonra ilk celsede tahliye edilmiş, bilahare de beraat etmiştim.

Benim suçlu olmadığımı biliyorlardı ama tutuklamışlardı. Bir müddet tutuklu kalsın, aklını başına alsın...

Hukuk başkadır, kanun başka... Adalet başkadır yargı başka.

Hukuk devleti ile kanun devleti bir değildir.

Bu ülkede, yargılamadan ve yargılanmadan önce, cezalandırmak amacıyla tutuklamalar oluyorsa orada adalet hasta demektir.

Sonunda beraat ediyorlar ama uzun müddet zindanda kalıyorlar, maddî ve mânevî sağlıkları bozuluyor, aile hayatları darbe yiyor, şöhret ve itibarlarına halel geliyor, geçimleri zorlaşıyor.

Hukuk ve adalet herkese lazımdır, lazım olacaktır.

* (İkinci yazı)

BİTPAZARLARINDA BİTTEN BAŞKA HER ŞEY BULUNUR

ALMANYA'da Hannover şehri civarındaki Lehrte beldesinde yaşadığım beş yıl zarfında nice cumartesiler, Hannover Leine nehri kenarında kurulan bitpazarına gitmiş, oradan ne kıymetli kitaplar, ne porselenler, kristaller, madenî eşyalar almışımdır.

Bir keresinde çimenlerin üzerine yayılmış kırmızı ciltli eski bir kitap görmüştüm, ismi yazılı değil ama Osmanlıca bir kitabı andırıyordu. Elime alıp baktım, "Tasvir-i Ahlâk" isimli eserdi. Bir mark verip hemen satın almıştım...

Bendeniz bitpazarlarından eski kitaplar, porselenler, el sanatı eserleri alırım. Almanya'daki Türkler daha çok elektronik eşyaya rağbet ederlerdi.

İstanbul'da Beyazıt meydanında Pazar günleri çok zengin bir Pazar kuruluyordu. Türkî ülkelerden, Gürcistan'dan, İran'dan, Ermenistan'dan fakir insanlar bavul ticareti yapmak için geliyorlardı. Caminin meydana bakan yan giriş kapısının önüne genellikle Türkmen halıları serilir ve piyasa fiyatının yarısına, üçte birine satılırdı.

Vakıfların Hat Sanatı Müzesinin önüne kitap ve dergi sergileri kurulurdu.

O pazara gidip kitap, dergi, el sanatı eşyası toplamak benim büyük zevklerimden biriydi.

Maalesef Belediye bu açık pazarı kapattı. Bit pazarı denilince kötü, pis, sefil, aşağılık, utanılacak bir şey sanıyorlardı herhalde. Hiç de öyle değildir. Bit pazarında bitten başka her şey bulunur.

Kadıköy'de Salıpazarı adındaki açık meydanda Pazar günleri çok geniş eski ve antika eserler, ucuz eşya sergileri kuruluyordu.

Ayda bir gidip oradan da beni mutlu kılan değerli eşya alıyordum. Bir keresinde bir tomar (hattatların yazı yazmasına mahsus) kamış kalem almıştım. Üzerindeki kağıtta "Bir gece Mekke-i Mükerremede Makam-ı İbrahim'de Kabe'ye karşı, bir gece de Medine-i Münevvere Mescid-i Nebevî Ravza-i Mutahhara'da bekletilmiştir" yazılıydı. Mânevî bakımdan ne büyük bir hazineydi. Bu kalemleri aldığım zaman çocuklar gibi sevinmiştim.

Belediye o pazarı da kaldırdı. Sevinçlerimiz, mutluluklarımız kursağımızda kaldı.

Bir ara Topkapı surları dışında yine Pazar günleri bitpazarı kuruluyordu. Pek döküntü şeyler satılıyordu ama her gittiğimde yine birkaç eşya ve kitap buluyordum. O da kapatıldı.

Sonra Mevlânâkapı'da surlar üzerinde, belki de dünyanın en garip ve acayip bitpazarı kurulmaya başlandı. Birkaç kere gittim, bir keresinde bir gün önce yağmur yağmıştı, mülevves çamurlara batmıştım ama üç torba dolusu kitap, çömlek vs bulmuştum. O da kapandı. Belediye bitlere karşı amansız bir savaş açmıştı.

Şu anda Dolapdere'de iki çan kuleli büyük Rum kilisesinin etrafında orta büyüklükte bir bitpazarı kuruluyor. Bundan on gün kadar önce oradan 5 liraya Avusturya'da steait'ten (sabun taşı) yontulmuş ve üzeri cilâlanmış harika bir tabak aldım.

Karşı tarafta Samandıra'da, Kartal'da da bit pazarları kuruluyor. Çoğu çöplüklerden toplanmış on binlerce eşyanın pazarlandığı yüzlerce sergi. Gez gez bitmiyor.

Bu pazarlardaki malların hepsi çöplükten toplanma eşya değil. Değerli antika veya antikamsı parçalar da var. Onların fiyatları biraz pahalı ama dükkanlara göre yine de ucuz.

Antikacılar böyle pazarlara gece karanlığında, mesela saat 5'te geliyor ve el fenerlerinin ışığında seçtikleri değerli eşyaları kapıp götürüyormuş. Bendeniz saat 10'da falan gidiyorum. Geriye pek dişe dokunacak şey kalmamış oluyor. Olsun, yine de bir şeyler buluyorum ya.

Belediyelerimizden rica ediyorum. Bana inanmazlarsa, bilenlere sorsunlar, mesela Nezih Uzel beye... Bitpazarı çirkin, kötü, utanılacak bir pazar değildir. Dünyanın bütün medenî ülkelerinde ve şehirlerinde olan bir ticaret dalıdır. Dünyanın en büyük bitpazarı Madrid'te kurulur. 300 küsur sâbit dükkânın yanına pazar günleri 700 kadar da sergi açılır. Ne kitaplar, ne tablolar, ne el sanatı eşyaları, ne porselenler, ne küçük mobilyalar sergilenir. Meraklılar gelir, gezer ve beğendikleri şeyleri satın alarak mutlu olurlar. İstanbul'da da böyle eski eşya pazarlarının kurulması şarttır ve çok tabiîdir. Bit kelimesine bakıp da bunları hor görmemek gerekir.

Sayın belediyelerimiz bitpazarlarını yasaklamamalı, tanzim etmeli; hattâ dış ülkelerden böyle pazarlara gelinip bavul ticareti yapılmasını teşvik etmelidir.

Şimdi bazıları bana soracaktır: Dünya kadar kitabın, evine sığmayacak miktarda el sanatı eşyan var, hâlâ niçin bitpazarına gidip yeni kitaplar ve sanat/zanaat eşyası alıyorsun?

Cevap: İnsanların boş vakitlerini birtakım hobilerle değerlendirmeleri gerekir... Boş vakitlerinde köprüde balık tutanlara, Tophane'de saatlerce nargile fokurdatanlara, yahut üç beş kişi bir araya gelip gıybet edenlere, mâlâyâni konuşanlara mı katılmamı istiyorsunuz? Kitap topluyorum, bilgimi ve kültürümü arttırıyorum. İnşaallah kütüphanemi bir yere vakfedeceğim. El sanatı veya zanaat eşyasına gelince: Onlar da benim için çok faydalı oluyor, ibret alıyorum, el sanatlarının ve zanaatların ülkemizde de yayılması için yazılar yazıyorum.

Kitap ve sanat/zanaat eşyası topladığım için hiç pişman değilim.

İki günlüğüne Ankara'ya gideceğim. İnşaallah oradan da birkaç eski kitap, birkaç el sanatı eşyası bulur alırım.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi