M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Yaşayan ölü

Yaşayan ölü

Geçenlerde övgü makamında "yaşayan ölü gibi" tabirini kullanmıştım. Bazıları itiraz etti. Yaşayan ölü tabirini Resul-i Kibriya aleyhi ekmelüttahaya Efendimiz Hz. Ebubekir'i (radiyalluhu anh) için kullanmıştır.

Yaşayan ölü "Ölmeden önce ölünüz" sırrına mazhar olmuş kişidir.

Yaşayan ölü, nelere ölmüştür?

* Bu fani dünyaya ölmüştür.

* Dünya şehvetlerine ve hırslarına ölmüştür.

* Nefs-i emmaresini öldürmüştür.

En diri kişi, yaşayan ölüdür.

Ölmeden önce ölenler ölüm kaygısı çekmez.

Zaten yaşarken ölmüş, ölümden korkmaz o.

Yaşayan ölülerin mal mülk, para pul sevgisi ve ihtirası olmaz.

Bu dünyaya ölmüş bir kere, riyaseti ne yapsın?

Riyaset ona teklif edilirse ve o buna ehilse kabul eder ama ateşten bir gömlek giydiğini bilerek.

Yaşayan ölünün gurur, kibir, nefret, haset, gıybet, mal iddiharı nesine gerek.

Yaşayan ölü dünyayı iki ayağının altına almıştır.

Övgülerle sövgüler onun nazarında birdir.

Salahaddin Eyyubi dünyaya ölmüş bir İslam büyüğüydü. Vefatında özel kasasını açtılar, bir altın dinar ile birkaç gümüş dirhem çıktı. Bu para cenazesini kaldırmaya yetmediği için cenaze masraflarını yakınları ve dostları verdi.

Büyük şeyh, büyük imam, gerçek mücahid Şamil hazretleri de ölmeden önce ölenlerdendi. Bir keresinde Moskoflarla cihad ederken ağır yaralanmış, onu dağlardan, uçurumlardan aşırarak kartal yuvası bir avula götürmüşler, orada günlerce komada baygın kalmıştı. Nice zaman sonra kendine gelince ilk sözü "Namaz vakti geçti mi?" olmuştu.

Şair ne demiş:

"Siz hayat süren leşler!.. Sizi kim diriltecek?.."

Peygamber-i Zişan öğüt veriyor: Mutu en kable temutu=Ölmeden önce ölünüz.

Yaşayan ölü olmak... En büyük rütbe...
*(İkinci yazı)

Onun ne Mal Olduğunu Anlamak İçin

SENİN nasıl otomobil sürdüğünü göreyim, ne mal olduğunu söylerim. Vasıflı ve medeni bir adam veya kadın mısın, yoksa adamımsı bir mahluk musun hemen belli olur.

Kırmızı ışıkta otomobiller bekliyor. Yeşil ışık yandı, sen anında hemen kornaya bastın. Ne mal olduğun meydana çıktı!..

Seninle İstanbul'dan Ankara'ya otomobil yolculuğu yaptık. Sen direksiyondasın. Bolu'ya varmadan senin ne mal olduğunu kesin şekilde anlarım.

Yolda 120 km hızla gidiyorsun. Cep telefonun çaldı, derhal cebinden çıkarttın, ekranına baktın ve konuşmaya başladın. Ne mal olduğun açıkça ortaya çıkmıştır.

Şehir içinde otomobildesin ve bir adres arıyorsun. Benzinciye girdin, benzin pompalarından birinin önünde durdun ve sana yakıt vermeye hazırlanan kimseye adres soruyorsun. Sen gerçekten bir malsın.

Yine adres soruyorsun, bu sefer bir yayaya. Arabayı yavaşlattın, kaldırımdaki bir kimseye "Hışt hışt hışt!.. Bana baksana, buraya gelsene, şu sokağı biliyor musun?" diye sordun. Sen görgüsüz, terbiyesiz ve kaba bir malsın.

Bu seferki adamlık veya mallık sürmeyle, trafikle ilgili değil, otomobille ilgili: 250 bin liraya lüks bir oto aldı. Ona bindiğinde kendini Nemrud, Firavun, Neron gibi görüyor. Gurur ve kibir veriyor arabası ona. Maldır, maldır, maldır o...

Burnunu bir kağıt mendile sildi, pencereyi açıp mendili yola attı. O medeni ve görgülü bir adam değil.

Otosuna binmiş, direksiyonun önüne akıntı çağanozu gibi yampiri oturmuş, teybi sonuna kadar açmış, iğrenç bir müzik, suratında eblehçe bir gülümseme, yıldırım gibi gidiyor. Soruyorum, bu kişi adam mıdır, mal mıdır?

Yüz bin liralık otomobili var, beş lira park parası vermemek için, kurallara aykırı bir yere park ediyor. Ne mal olduğu besbelli.

Evinin ve işyerinin civarında metrobüs var. Ama o metrobüse binmektense gebermeyi tercih eden gururlu bir kişi. Her sabah 1,5 saat, her akşam 1,5 saat trafik kahrını çekiyor. Ne mal olduğu belli değil mi?

Herifin işi acele. Otoyolda çılgın gibi zikzak yaparak ilerliyor. Bir sağa, bir sola. Herkes ona küfr ediyor, bela okuyor. Kazandığı mesafe de sadece yüz metre. Böyle bir adam kızınızı isterse vermeyin, onunla ortaklık yapmayın, komşu iseniz başka yere taşının.

* Evet bir insanın ne mal olduğunu anlamak için çeşitli yollar vardır. Bunlardan biri de otomobil kullanmasıdır.
*(Üçüncü yazı)

Anadolu Rumları ve Ermenileri

YIL 1918, Osmanlı devleti yenilgiyi kabul etmiş, Mondros mütarekesi imzalanmış. Osmanlı coğrafyasında birkaç milyon Rum yaşıyor. Bunların nüfus cüzdanında (kimlik kartında) Osmanlı vatandaşı oldukları yazılı.

Rumlar, tebaası oldukları devletin yenilmesini fırsat bilerek düşmanlığa başlıyor. Yunanistan İzmir'i işgal ettiğinde Rum metropoliti Hrisostomos düşman ordusunu merasimle karşılıyor ve onu kutsuyor.

Sonunda ne oluyor? 1922'de Türk ordusu Gazi Sakallı Nureddin Paşa'nın kumandasında İzmir'i geri alıyor.

Bir yığın facia yaşanıyor.

En son 1924'te Lozan anlaşmasının mübadiller maddesi uyarınca Türkiye topraklarındaki bütün Rumlar (İstanbul Rumları dışında) Yunanistan'a gönderiliyor.

Şöyle bir senaryo düşünelim:

Birinci dünya savaşında

Milli mücadele yıllarında

Türkiye Rumları Türk devletinden yana olsalardı.

İzmir'in işgalini protesto etselerdi.

Biz Türkiye Rumları Müslümanlarla birlikte barış içinde yaşarız deselerdi.

Kimlik kartını taşıdıkları devlete hıyanet etmemiş olsalardı.

Bugün ne olurdu?

Seksen milyonluk bir Türkiye'de beş milyon Rum yaşardı.

Milli kimlikleriyle, kiliseleriyle, okullarıyla...

Bir topluluk için en önemli şey hayatta kalmaktır.

Onlar Osmanlı bayrağı altında yaşamayı tercih etmiş olsalardı şimdi hayatta olacaklardı.

Ters yolu seçtiler, megali ideacılık yaptılar ve silindiler gittiler.

Bir kısım Ermeniler de misyonerlerin, emperyalistlerin, sömürgecilerin propagandasına kandılar ve onlar da silinip gittiler.

Rus ordusu Van'a saldırdığında, Ermenilerin Türklerle birlikte olması gerekirdi. Onların büyük kısmı maalesef işgalci düşman ordusunu kurtarıcı gibi karşıladı.

Rumlar ve Ermeniler "paylaşma, birlikte yaşama" zihniyetine sahip değildi.

Ermeniler, tarihte olduğu gibi Türk devletinden yana olmuş olsalardı, bugün bu topraklarda beş milyon Ermeni olacaktı. Kiliseleriyle, okullarıyla, kimlikleriyle...

Önemli ve hayati olan şey, var olmaktır, yaşamaktır. Rumların ve Ermenilerin varlığı, yaşamaları bu topraklarda Müslümanlarla birlikte barış ve uzlaşma içinde olmalarındaydı.

Kumar oynadılar ve kaybettiler.

Yanlış ata oynadılar, kaybettiler.

Bugün birtakım ihtilalci Kürtler çok yanlış işler yapıyor.

Ülkemizde Türk, Türkleşmiş nüfus ile Kürt nüfusu birbirine karışmış şekilde yaşamaktadır.

Bu yüzden bağımsız veya özerk bir Kürdistan kurulması mümkün değildir, böyle bir şey ütopyadır.

Bozuk düzen sadece Kürtlere zulmetmemiştir.

Müslüman Türkler de zulümden paylarını almışlardır.

Rum megali ideacıları Rumlara,

Ermeni teröristleri ve ihtilalcileri Ermenilere büyük zarar vermiştir.

Kürt ihtilalcileri ve teröristleri de Kürt halkına büyük zarar veriyor.

Bağımsız veya özerk Kürdistan kurulduğunu düşünelim... İstanbul'da yaşayan milyonlarca Kürt kökenli vatandaş ne olacaktır? Ege bölgesindeki milyonlarca Kürt ne olacaktır?

Kürt vatandaşlarımızın menfaati bu memlekette insan hakları ve Müslümanlık üzerine kurulu bir düzen için çalışmaktır. Kürt milliyetçiliğinin Kürtlere yararı olmaz, zararı çok olur.

Bağımsız veya özerk Kürdistan değil, herkesin rahatça güven içinde yaşayacağı adil bir düzen...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi