M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Camilerde Sandalya, Tabure Fitnesi ve Bid'ati

Camilerde Sandalya, Tabure Fitnesi ve Bid'ati

PROF. Osman Özsoy'un "Burası câmi mi, ortopedi servisi mi?" başlıklı yazısını (haber7.com) okudum... Bendeniz sona erdi sanıyordum, meğerse camilere kiliselerde olduğu gibi sıra/sandalye koyma fitnesi, dışarıdan tabure getirtme suretinde devam ediyormuş.

Bu işin kendi kendine olmadığını kesin şekilde bilmemiz gerekir.

Dinimizi değiştirmek, dinde yenilik yapmak, İslam'ı AB ve Feminizm standartlarına ayarlamak isteyen birtakım gizli, derin ve sinsi güçler mi yaptırıyor bu camilere sandalye doldurma işini?

Eskiden camilerde bugünkü gibi sandalyede namaz kılma yoktu. Sağlığı, secde etmesine mâni birkaç kişi oturarak kılardı. Sonra ne olduysa oldu, camilere sandalye, tabure, sıra doldurma modası, adeti ve furyası çıkartıldı.

Diyanet'in muhterem fetva heyeti buna karşı çıkmasaydı belki de bugün camilerin arka mekanı kiliseler gibi sıralarla, sandalye ve taburelerle dolmuş olacaktı.

Biliyorsunuz memleketimizde, "İslam'ın tek hak, makbul, geçerli" din olduğu kesin inancını yıkmaya yönelik açık veya gizli sinsi bir faaliyet ve propaganda vardır. Bir ara "Allah katında din İslam'dır" mealindeki ayetin Cuma hutbelerinde okunmaması için dışarıdan baskı yapılmıştı.

İslam'ın Allah katında tek hak ve makbul din olduğu kesin Kur'an ayetleriyle sâbittir.

Sünnet de böyle söylüyor.

Bu konuda icmâ-i ümmet vardır.

İslam'ın Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancını reddeden, "başka hak ibrahimî dinler de vardır, onların (İslam'ı, Kur'anı, Resulullahı inkar, red ve tekzib eden) mensupları da ehl-i necat ve ehl-i Cennet'tir" bâtıl inancına sahip kimseler Ehl-i Sünnet akaidine göre dinden çıkarlar.

Benim kuvvetli zannım, camilere sandalye, tabure ve sıra konulmasını isteyenler bu taifedir.

Prof. Osman Özsoy'un makalesinde, Bartın'da teravih namazına giden kadınların ellerinde tabureler bulunduğu yazılı. Demek ki, Fetva Kurulunun kararından sonra, camiler sandalye ile doldurulamayınca, taburelerinizi alın da öyle gelin telkini yapılıyor.

Secde etmeye gücü yettiği halde secde etmeden namaz kılanın namazı sahih olmaz. Fıkhımız böyle diyor.

Bütün Ehl-i Sünnet hocalardan, imamlardan, müftülerden çok rica ediyorum:

Camilerdeki sandalye, tabure ve sıralar çıkartılmalıdır.

Camilerimiz kilise değildir.

Secde edemeyenler yerde oturarak, ayaklarını uzatarak namaz kılabilir.

Camilerin sandalye ile doldurulmasında bir bit yeniği vardır.

Bu işte Diyalogçuların olduğu kadar Fazlurrahmancıların (Tarihsellik, Tâtiliye mezhebi) parmağı olduğunu sanıyorum.

Bütün Ehl-i Sünnet hocaları ve Müslümanları bu çirkin bid'ati kötülemelidir.

"Camilere bol miktarda sandalye konulsa ne olacak..." demeyelim. Bu bid'ati yaygın hale getirebilirlerse ardından başka bid'atler sökün edecektir.

Camilere dışarıdan tabure ithaline de izin verilmemelidir.

Böyle bir bid'at kökleşirse kaldırılması çok zor olur.

Diyalogçuların, Feministlerin, Fazlurrahmancıların, Reformcuların, dinde değişim ve yenilik isteyenlerin Diyanet'i ele geçirmek için sinsice ve yoğun şekilde çalıştıklarına, kadrolaştıklarına dair haberler alıyorum.

Siyonistler, Haçlılar, Avrupa Birliği, Feministler; Şeriatlı Ehl-i Sünnet İslamlığını kovmak, onun yerine (ABD'nin, AB'nin, Siyonizmin, Haçlıların, sekülaristlerin işine gelecek) ılımlı, light, fıkıhsız, cihadsız, sulandırılmış, ilahî hak din olmaktan çıkartılıp beşerî bir hümanizma ve ideoloji haline dönüştürülmüş) yeni bir din, bir İslam Protestanlığı türetmek ve üretmek istiyor.

Dinimizi koruyalım.

Dinimize bid'at sokulmasına izin vermeyelim.

Uyanık olalım.

(Diyanet'in "Din İşleri Yüksek kurulu" camilere sandalye konulması aleyhinde fetva vermiştir. Lütfen bunun metnini internetten çıkartıp okuyalım. Din İşleri Yüksek Kurulu'nu bu kararından dolayı tebrik ediyor, selam ve hürmetlerimi sunuyor ve ellerinden öpüyorum. Derin ve sinsi bid'at ve reform güçleri bu yüzden kurula diş bilemektedir.)

*(İkinci yazı)

Emanetler ve Ehliyet

İSLAM'IN temel kurallarından biri de emanetlerin ehil olanlara verilmesidir. Emanetler ehil olanlara verilmezse emanete hıyanet edilmiş olur.

Bazı dinî cemaat, tarikat, grup, fırka, hizip ve klikler emanetleri ehil olanlara değil, kendilerinden olan ehliyetsizlere veya az ehliyetlilere vererek İslam'ın bu temel prensibini ihlâl ediyor.

Emanetler nelerdir?

Başkanlıklar... Makamlar mevkiler... Memuriyetler... Vazifeler... İşler... Hizmetler...

Şu anda ülkemizde çok hızlı, çok yoğun, çok genel bir kadrolaşma faaliyeti vardır.

Birileri:

Diyanet kadrolarını,

Polis teşkilatını,

Millî eğitimi,

Yargıyı,

Üniversiteleri ele geçirmek istiyor.

Ben bir Müslüman olarak bütün temel müesseselerde düzgün Müslümanların bulunmasını isterim.

Ancak bir şartla: Emanetlerin ehil olanlara verilmesi.

Bunun tek çaresi de, her sahada ehliyetli eleman yetiştirmektir.

Bir de şu husus var: Türkiye'deki Müslümanlar çeşitlilik içindedir.

Bütün temel kurumları, emanetleri, makam ve mevkileri tek bir cemaatin, tarikatin, hizip veya fırkanın ele geçirmesi doğru değildir.

Ehliyete riayet etmek şartıyla dağılım ve paylaşım olması gerekir.

Şu veya bu cemaate veya tarikate mensup olmak haklı ve meşru bir tercih sebebi teşkil etmez.

İlle de ehliyetli, liyakatli olacak.

Bütün Müslümanlar kardeştir. Şu veya bu kardeşliğe mensup olmak bu kardeşliği zedelememelidir.

Türkiye Müslümanlarının hepsi bir meşrebe sokulamaz.

Olumlu meşreb farklılıkları geniş bir rahmettir ve zenginliktir.

Nurcu, Süleyman Efendi bağlısı, Nakşiliğin şu veya bu koluna mensup, Kadirî, Büyük Doğu'cu, Şucu Bucu Ocu... Bunların hepsi muhteremdir ama iş emanete gelince öncelikli olan, önemli olan emanetlerin ehline verilmesidir.

Polis teşkilatı bizim hizip veya fırkanın eline geçsin.

Yargı bizim elimize geçsin.

Üniversiteler bizim elimize geçsin. Bütün temel müesseseler bizim kontrolümüzde olsun.

Millî eğitim bizim elimizde olsun...

Bu düşünce, bu strateji, bu siyaset yanlıştır.

Müslümanlıkta paylaşım vardır, işbirliği vardır, iş taksimi vardır.

Diğer cemaatler, tarikatlar, hizip ve fırkalar dışlanamaz.

Onlara üvey kardeş gözüyle bakılamaz.

Emanetler, makamlar, mevkiler, memuriyetler hep bir cemaatin mensuplarına üleştirilirse ileride fitne ve fesat çıkar.

Müslümanlar, kadrolaşma konusunda sekter zihniyeti bırakıp Ümmet şuuru ve birliği içinde hareket etmelidir.

Ümmet, İslam dâvası, İslamî hizmetler bir cemaatle sınırlandırılamaz.

Emanetlerin tevdiinde, ehliyetten önce bizim cemaate mensup olması şartı ön planda tutulursa hizmetler aksar, ileride telafisi çok zor bozukluklar olur.

Benden hatırlatması.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi