M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Darbe Şakşakçılığı Yapanlar Dilerim Beladan Belaya Uğrasınlar

Darbe Şakşakçılığı Yapanlar Dilerim Beladan Belaya Uğrasınlar

YALAN söyleyip halkı aldatanlar dilerim beladan belaya çarpılsınlar. Şu 2008 yılında zanlılara yapılan muamele yakın tarihimizde yapılanlarla mukayese kabul etmeyecek derecede insaflı, âdil, vicdanlı ve dürüsttür.

Darbe hazırlama zan ve iddiasıyla yakalananlara son derece kibarca ve nazikçe muamele edilmiştir.

Sorgudan önce doktor muayenesinden geçirilmişlerdir.

İtilip kakılmamış, dövülmemiş, hakarete uğramamışlardır.

Hattâ kurallar çiğnenerek birilerine cezaevinde imtiyazlı muamele edilmiştir.

Eskiden böyle mi idi?

1953’te Dönme Ahmet Emin Yalman Malatya’da vurulduğu zaman yakalanan suçsuz Müslümanlara korkunç işkenceler edilmiştir. İnsafsızca vurulan sopaların acısıyla “Allah!..” diye bağıran birine dayakçılar “Haydi Allah gelsin seni kurtarsın bakalım...” diyormuş.

12 Eylül 1980’den sonra, topluma ibret olsun ve halka korku versin diye kaç masum ülkücüyü idam ettilerdi.

BBP Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu hatıralarını mutlaka yazmalıdır. Gözleri kapalı olarak gördüğü işkenceleri, çektiği acıları ve çileleri, uğradığı hakaretleri anlatsın ve millet bilsin.

Menemen düzmece vak’ası patlak verdiği zaman Erbilli Şeyh Esad Efendi hazretleri dünyadan çekilmiş olarak Erenköy’ündeki evinde yaşıyordu. Dünya ile alakasını öylesine kesmişti ki evinden sokağa bile çıkmıyordu. Yaşı çok ilerlemişti, beli bükülmüştü. İbadetten ve Allah’ı zikr etmekten başka işi yoktu. Onu aldılar, Menemen’e götürdüler. üremi hastasıydı. Hastanede şehid ettiler. Kendisi gibi şeyh olan oğlunu da astılar.

Zavallı Adnan Menderes’e neler yapmadılar. Derisinde sigara söndürdüklerinden bile bahs ediliyor.

Merhum Profesör, faziletli insan, değerli tarihçi Osman Turan beyefendi DP milletvekiliydi, onu da Yassıada’ya atmışlardı. Adanın cellat ruhlu zindancıbaşısı onu sudan bir sebeple eski Bizans sarnıcına attırmış, çamur içinde saatlerce bekletmişti.

Bergama’da bir Nurcu, mahkemeden beraat kararı aldıktan sonra Risale-i Nurları geri almak için müracaat etmiş ve dehşetli bir yumruk yiyerek şehid olmuştu.

Yine çok yakınlarda Erzincan’ın Başbağlar köyünde camiden çıkan Müslümanların nasıl kurşuna dizilerek şehid edildiklerini çok iyi biliyoruz.

Bu Müslüman millet son yetmiş seksen sene içinde çok acılar çekti, çok işkence ve hakarete maruz kaldı, çok zulme uğradı.

27 Mayıs’tan bir müddet sonra Kayseri’de, caminin bahçesinde sarıklı dolaşıyorlar diye iki imamın sarıkları boyunlarına dolanarak kendilerine hayâsızca hakaret edilmiştir. Böyle bir şeyi, 1919 ile 1922 arasında İstanbul’u işgal etmiş olan düşman kuvvetleri bile yapmamıştır.

Müslümanların on binden fazla tarihî camisi, medresesi, tekke binası, imareti, taş mektebi ve benzeri vakıf eserler yıkılmış, satılmış, kiraya verilmiştir. Sadece Edirne’de 300’den fazla cami ve tekke binası (onlar da bir tür camidir) vakıflar tarafından satılmıştır.

İstanbul Ayazpaşa semtinde, Alman Sefarethanesi yakınındaki camide okunan yatsı ezanı, karşıdaki Park Otelin orkestrasını ve demlenen sarhoşları rahatsız ediyor diye, Belediye amelesi (işçileri) vasıtasıyla oradaki caminin minaresi sabaha kadar yıktırılmıştır.

Küçük çocuklara gizlice Kur’an ve din dersi okutan hocalar yakalanmış, zincire vurularak hapse atılmıştır.

ülkedeki bütün tarihî İslâm mezarlıkları tahrip edilmiştir. (Tabiî üsküdar’daki Bülbüldere Dönmeler mezarlığı titizlikle korunmuştur.)

İstiklal mahkemeleri tarafından ipe çekilerek idam edilen hoca bir İskilipli Atıf Efendi midir?.. Hayır binlerce hoca, şeyh, derviş vahşice idam edilmiştir.

Tek parti rejimine muhalefet edenlere vatan haini muamelesi yapılmıştır.

Dehşet saçılmıştır... İşkence edilmiştir... Yargıtaya müracaat hakkı olmadan idam cezaları verilmiş, zavallı “suçlu” karardan iki gün sonra asılmıştır.

çetin Altan kaç defa yazdı. Yakınlarından biri Erzincan’da çarşaflı bir İslâm hanımını astırmıştır.

Kalkmış birtakım adamlar ve kadınlar ciyak ciyak bağırarak protesto ediyor. Neymiş efendim, birileri darbe/darbeler teşebbüsü hazırlığında imişler, yakalanmışlar, bu haksızlık imiş...

Dilerim bu halkı aldatanlar, yalan söyleyenler, tarihi çarpıtanlar, darbe ve zulüm şakşakçılığı yapanlar beladan belaya uğrasınlar.

Hastalık İcat Ederek Voliyi Vurmak

DOKTOR Jörg Blech “Hastalık İcad Edenler, İlaç Sanayinin Manevraları ve Manipülasyonlar” adlı bir kitap yazmış. Eseri bulup okuyamadım, tanıtımı ile ilgili bir makale gördüm. Doktor, ilaç sanayinin çevirdiği fırıldaklardan birkaçını sıralıyor:

* Kandaki kolesterol normlarını aşağıya çekerek, daha fazla ilaç tüketimini sağlamak.

* Menopozlu kadınlarda osteoporoz fobisi ve dehşeti oluşturarak “kemiklerin kırılmasını önleyen ilaçların” satışını çoğaltmak.

* Erkeklerde iktidarsızlığı tedavi edici ilaçlar konusunda kamuoyunu harekete geçirmek.

* Kadınları, çocukları ve yaşlı kişileri ilaç bağımlısı yapmak.

Vs... vs...

öyle ya, ilaç firmalarının çok kâr etmeleri için hasta/müşteri sayısının artması; bunların çok, daha çok, en çok ilaç tüketmesi gerekiyor.

Bunu da, bazen ilme ve etiğe aykırı olarak yeni hastalıklar icad ederek, birtakım ölçü ve oranları aşağıya çekerek yapıyorlar.

Kandaki açlık şekeri ne miktarda olmalıdır? Bu rakam gittikçe aşağıya çekilmekte ve böylece yüz milyonlarca yeni müşteri, pardon hasta kazanılmaktadır.

Eskiden bu kadar hasta, hastahane, doktor, eczacı, eczahane yoktu. Sayıları çok arttı ama yine de yeterli değil. Halkımızın büyük kısmı ilaç bağımlısı oldu.

Fransız edibi Jules Romains’in “Doktor Knock” (1922) adlı bir piyesi var. 1955’te filmi de yapıldı. Bir kasaba doktorunun bütün belde halkını nasıl hasta ettiğini anlatıyor. çok eskiden yapılmış Türkçe tercümesi var. Merak edenlerin okumasını tavsiye ederim. icad edilmiş her uyduruk hastalık firmalara yekun olarak dünya çapında milyarlarca dolar kazandırıyor.

Tıp ilerledikçe hasta sayısı da artıyor. Hattâ, tıp ve eczacılık hızlı yürüyorsa, hastalıklar koşuyor. Ne garip değil mi?


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi