M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

İç Açıcı Haber Yok

İç Açıcı Haber Yok

Medyada iyi, iç açıcı, ferahlandırıcı, mutlu edici haber göremiyorum. Bir iki ay önce, Tibet'te yetişen bir meyve Türkiye'de Sivas Üniversitesinin desteğiyle yetiştirilmeye başlanmış, bu sene ilk olarak 40 kilo ürün alınmış, yetiştirenler birkaç kuruş kazanacakmış, yiyenler şifa bulacakmış mealinde bir haber okumuş ve memnun ve mesrur (sevinç duymak) olmuştum... Böyle haberler ne kadar az!..

Her gün bir yığın fitne fesat... Nifak şikak... Ahlaksızlık ve faziletsizlik... Yalan dolan iftira... Vatan hainliği, hırsızlık, soygun, itlik, serserilik, gaddarlık, münafıklık... Cinayetler... Halka yedirilen domuz ve eşek etleri... Hileli ve zehirli gıdalar...

On yedi yaşındaki genç anasını öldürmüş, cesedini dolaba saklamış... Birkaç aylık çoğu döve döve öldürmüşler... Sarhoş sürücü durağa dalmış, vasıta bekleyen masumları biçmiş... Sadece ekin biçilmez ki...

Dikkat ediyor musunuz, son aylarda ne kadar çok uyuşturucu yakalandı. Kamyon kamyon... Eskiden bunlar görülemiyor muydu?

Anasını babasını öldüren evlatlar... Eskiden çocukluğumda idam mahkumlarını beyaz gömlekle asarlardı, asıldıktan sonra cesedini yıkayıp kefenleyip namazını kılıp gömerlerdi. Ana baba katillerini siyah gömlekle asarlar, hatırımda kaldığına göre namazını da kılmazlardı.

Şimdi AB adaleti geldi, idam cezası kalktı.

On yedi yaşında ergin bir genç, her şeye aklı eriyor ama suç işlerse çocuk sayılıyor... AB standartları!..

Birkaç gün önce 82 yaşında yalnız yaşayan zavallı ihtiyar bir kadının evine gidip tecavüz etmek istemişler.

Korkunç bir suç patlaması var.

Savcının biri beyanda bulundu, cinsel suçlar yüzde 400 artmış.

Hapishaneler tıklım tıklım dolu... Ağır suçların çoğu tutuksuz yargılanıyor...

Arada bir Beyoğluna gider, kitap ve dergi alır, bir yerde yemek yer, Hacopulo Pasajında kibar bir hanımın çayhanesinde çay içerdim. Artık gidemiyorum. Beyoğlu Texas'a döndü, Molotof şişeleri, izinsiz şiddetli gösteriler, polisler, tazyikli sular, biber gazları, dehşetli bir kalabalık...

Şehrin hiçbir yerinde güven ve huzur yok. Kimisi sarhoş, kimisi ehliyetsiz, kimisi çılgın şoförler duraklara, vitrinlere, kaldırımlara dalıyor.

Cumartesi günü iyi ve sağlam bir ayakkabı almak için Balat'a gitmiştim. Eski Orkide pastahanesinde (İsmi değişti, yeni ismi hatırımda değil...) kahve içtikten sonra Kasımpaşa Dolapderede eskici-antikacı Ersin beye telefon ettim, orada mısınız, birazdan gelip birkaç parça eşya almak istiyorum... Bekliyorum... ... Balat ile Kasımpaşa arası uzun yol değil ama yollar mıh çıkını gibi arabayla doluydu. Gıdım gıdım yol alarak bir saatte varabildik... Birkaç eski porselen aldım. Dönüşte Vefa'daki Labirent sahhaf dükkanına uğrayacaktım. Trafik yüzünden gidemedim. Okumak beni çok dinlendiriyor, belki oradan kıraatiyle beni dinlendirecek birkaç kitap alırdım...

Dönüşte karanlıkta fenerlerin ışığından alışveriş yapılan seyyar bitpazarına uğradım. Beni bir sürpriz bekliyordu. Gençten biri kaldırım kenarına orijinal ebrular sermişti. Ondan on kadar ebru aldım. Battal, çiçekli, akkâse...

Karanlık bir kaldırım köşesinde İngilizce büyük boy bir Pakistanla ilgili resimli bir kitap görmüştüm. Dönüşte alırım dedim, döndüğümde orayı bulamadım!

Geceleri kurulan fenerli bit pazarına bazı kibar ve sosyetik kişiler ve iyi giyimli Rus turistler de geliyor... Roman vatandaşlar sürü sepet çocuklarıyla dolaşıyor...

Ebru falan almıştım ya moralim biraz düzeldi. Beni şunlar memnun ediyor: Basit ve mütevazı da olsa el sanatı ürünleri almak... Maddî değeri fazla olmasa da eski porselenler, antikamsı objeler (antika demedim) edinmek... En çok da kitap aldığım zaman seviniyorum. Bir yerde şimdiye kadar görmediğim Osmanlıca bir kitap, dergi veya risale görüp da alabilirsem, yüksek tansiyonum normale iniyor. Eve döndüğümde güzel bir çay demliyorum, onlar tedkik ediyorum., zamanı unutuyorum. Mesela 1987'de basılmış Osmanlıca bir mecmua... Onu okurken o tarihe gidiyorum. Sultan Abdülhamid-i Sanî devri. Siyasetten bahs etmek yasak ama oldukça huzur var, âsâyiş var. Taşradan İstanbula mürur tezkeresi ile gelinebiliyor. Müslümanların yüzde doksanı namaz kılıyor. İslam kadınlarının hepsi tesettürlü. Hafta tatili Cuma günü. Ordumuz Yunanistanla savaşmış galip gelmiş, Rus Çarı araya girmemiş olsaydı, askerlerimiz Atinayı alacaklardı. Adriyatik denizi sahillerine kadar Rumeli-i Şahane... Haleb, Şam, Beyrut, Kudüs, Bağdad, Basra, Cidde, Mekke, Medine, Hudeyde, Sanaa Osmanlı şehirleri. Padişah-Halife her hafta merasimle Cuma namazına gidiyor. Mahkemelerde Şeriat kanunlarıyla hükm ediliyor. Osmanlının Batıya açılmış penceresi Galatasaray lisesinde bile, bütün Müslüman öğrenciler vakit namazlarını mektep camiinde, mektep imamının ardında cemaatle eda ediyor.

O devirde şeytanî hürriyet var mıydı? Yoktu. Parişah anasaya maddesi uyarınca muhalifleri sürebiliyordu. Ben o zaman muhalefet etsem ve sürülseydim ne olurdu?.. Diyelim Beyruta veya Rodosa sürüldüm. Cezaevine konulmazdım. Bir memuriyet veya öğretmenlik verilirdi. Maaş alır, orada yaşardım. Bugünkü hürriyet, o günkü hürriyetsizliğin tırnağı kadar olamaz!

Her sokağa çıkışımda, bir semtten ötekine gidişimde idarecilerimize, belediyelere trafik yüzünden bol bol "hayır dua" etmekteyim. Kulakları çınlayınca, yüzlerine kan hücum edince beni hatırlasınlar, onları anıyorumdur...

* (İkinci yazı)

Bundan Sonra Kendim İçin Yazacağım

20 seneyi aşan bir zamandan beri Milli Gazetede günlük yazılarım yayınlanıyor. Bu tarihe kadar öncelikle halk için yazıyordum. Bundan böyle 'kendim' için yazacağım... Açıklayayım:

Yazılarıma son vermeyi düşündüm, çok mütevâzı olsa da hizmetten kaçmış olacağımı, vebal altında kalacağımı düşünerek yazmaya devam edeceğim.

Kendimi dev aynasında görmüyorum...

Yazmazsam nâçizâne de olsa aydınlatma ve uyarma vazifeme, mücbir bir mazeret olmaksızın son vermiş olacağım.

Cılız da olsa haksızlıkları protesto etmeye çalışıyorum. Çok şükür memlekette oldukça serbestlik ve hürriyet var. Yazmazsam, haksızlık karşısında susan dilsiz şeytanlar kafilesine katılmış olacağım.

Müslümanların dikkat nazarlarına birtakım projeler, çareler, çözümler sunuyorum. İlgi çekmese, müzakere edilmese bile bunları sunmaya devam etmeliyim.

Ehl-i Sünneti savunuyor, ehl-i bidati tenkid ediyorum. Bu konuda benim kadar sık yazan yok. Yazmazsam, küçük de olsa bir boşluk hâsıl olacak.

İmamet-i Kübra yani Hilafet...

Ümmet şuuru meselesi...

Fırka ve cemaat fanatizminin, militanlığının ve holiganlığının zemmi...

Beş vakit namazın dosdoğru ve erkekler tarafından cemaatle kılınması...

Tevhid-i Tedrisat'a uygun eğitim verecek Tevhidî İslam mekteplerinin açılması...

İslam kadınlarının şeytani tesettürü bırakıp, Şeriatın uygun göründüğü tesettüre bürünmeleri...

Bedevilikten medeniliğe geçiş...

İsraf, lüks, gurur ve kibrin kötülenip, Müslümanların kanaat ve iktisada çağrılması...

Daha bunlara benzer yüzlerce konuda bir nebzecikte olsa hizmet etmek.

Geçerli bir bahanem, şer'î bir mazeretim olmaksızın bu hizmetlere son vermek bir tokat yememe sebep olabilir.

Görüş ve fikir birliği içinde olduğumuz hayli okuyucum var.

Bir kısım Müslümanlar yazılarımdan tedirgin oluyor hatta ağır hakaretler savuranlar da görülüyor.

Takma isimlerle, kendilerini Müslüman gösteren provokatörler ve dezenformasyon ajanları da boş durmuyor.

Her neyse, bundan sonra vebal altında kalmamak, kendimi sorumluluktan kurtarmak için yazmaya devam edeceğim.

Müslüman kardeşlerimin dualarını beklerim.

Olumlu tenkid sahiplerinden rica: Lütfen gerçek isimleri ve soyadları ile mümkünse telefon numarası vererek ve bilhassa kardeşlik hukukunun sınırlarını zorlamayarak yazsınlar. Kısa da olsa gerekçelerini ilave etsinler. Müteşekkir ve minnettar kalırım...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi