M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Devlete ve Kurumlara Sızmak

Devlete ve Kurumlara Sızmak

Devlet, belediyeler, kurumlar içi boş kaplar gibidir. Aristo tabiat boşluktan hoşlanmaz demiş; boş kaplar şu veya bu şekilde dolar, doldurulur.
Sultan Abdülhamid tahttan indirildikten sonra kadroları Jön Türkler, İttihadcılar, Dönmeler, Farmasonlar doldurmuştu.
1923’te kurulan ilk cumhuriyet dıştan bir İslam cumhuriyetiydi. Aradan bir sene geçmeden Halife yurtdışına gönderilmiş ve kadroları Selanikiler, “Suyun öte tarafından gelenler” doldurmuştu.
Vesayet rejiminde, çoğunluktaki Sünnî Müslümanların kadrolaşmasına sızma denirdi. Mason, Sabataycı, Kripto kadrolaşınca sızma olmuyor, çoğunluğa mensup olanlar kadrolaşınca sızma oluyor…
Egemen azınlıklar Türkiyeyi bir sömürge gibi idare etmiştir.
Kripto Yahudiler, Sabataycılar bir Yahudi Cumhuriyeti kurmak istemiştir.
Egemen azınlıkların diktatoryası, vesayet rejimi zayıfladı, ülkeye çoğulculuk ve yüzde yüz olmasa bile demokrasi geldi, Müslümanlar da kadrolaşmaya başladı. Egemenler feryat ediyor: Tarikatçılık, cemaatçilik kadrolaşması var, Cumhuriyet tehlikede!..
Sünnî Müslümanlar kadrolaşırken bazı yanlışlıklar yapılıyor mu? Maalesef yapılıyor.
Müslümanlar çoğunluktadır ve kadrolaşmaya hakları vardır ama cemaatçilik, fırkacılık, fraksiyon militanlığı, fanatizmi ve holiganlığı yaparak ehliyeti olmayan yandaşlara emanet vermek İslam dinine göre yasaktır, haramdır, büyük günahtır, fitne ve fesat sebebidir.
Sünnî Müslümanlar bu yanlışa niçin düştüler?.. Çünkü, başında (kendisine biat ve itaat edilen) bir İmam-ı Kebir bulunan tek bir Ümmet değildirler, binlerce cemaate, hizbe, fırkaya ayrılmışlardır.
Müslümanlar elbette kadrolaşacaktır ama İslam ahlakına ve bilgiliğine uygun şekilde.
Kadrolaşırken emanetler yani memuriyetler, başkanlıklar, işler, vazifeler, makamlar, mevkiler, hizmetler ehil olanlara verilerek.
İkincisi: Kadrolaşma esnasında haram rantlar elde edilmeyecek, gayri meşru servetler ve gelirler kazanılmayacak, İslamın istikamet=doğruluk dürüstlük prensibine bağlı kalınacak…
Ehil ve layık olmayan cemaat veya franksiyon mensuplarını işlerin başına geçirmek hem İslama, hem de Türkiyeye hıyanet olur.
Maalesef yakın tarihte, bir grup veya hizip, yandaşlarını kadrolaştırmak için imtihanlara hile karıştırmıştır.
Önemli bir kurumda kadrolaşan başka bir grubun, ashab-ı mesalihten (iş sahiplerinden) din, kanun ve ahlak dışı rüşvetler, yardımlar, bağışlar aldığı söyleniyor.
İslamda kadrolaşmak vardır ama emanete hıyanet ederek değil.
Bir makam ve mevkie, bir memuriyete hangi Müslüman daha ehil ve layık ise o geçirilir.
Kadrolaşmakta cemaatçilik, tarikatçilik, grupçuluk, hizip ve fırkacılık yapılmaz.
Âhir zamanın büyük fitne ve fesatlarından biri, emanetlerin ehil olmayanlara verilmesidir. Maalesef bazı Müslüman gruplar bunu yapmıştır, yapmaktadır.
Emanet verilirken bu bizim adamımız, bu bizim adamımız değil gibi ayırımlar yapmak islamî değil, şeytanîdir.
Diyelim ki, bir emanet için beş aday var. Biri Nakşî, biri Risale-Nur talebesi, biri Fethullah Efendi bağlısı, biri Kadirî, beşincisi de tarikatsiz grupsuz bir Müslüman… Hangisine verilecek emanet?.. Elbette ki, içlerinde bu emanete en ehil ve layık olana…
Bazı mutassıp dinî grupların orduyu, emniyeti, temel kurumları ele geçirmek istediklerini biliyorum.
Bundan bir iki sene önce, büyük bir devlet adamının bir saray darbesiyle sukutuna bile teşebbüs edilmişti.
İslamın beş temel şartından başka da şartları vardır. Bazılarını sayıyorum: Adalet… İstikamet… İhlas… Emanetlerin ehline verilmesi… Emr bi’l-mâruf ve nehy ‘ani’l-münker… Cihad fi sebilillah…
Çoğunluktaki Sünnî Müslümanlar elbette kadrolaşacaktır ama İslamın emirlerine, ahlakına, düsturlarına uygun şekilde.
Ehil olmayan cemaatçileri işe almak… İmtihanlarda hile yapmak… Böyle şeyler İslamın kitabında yoktur.
Emanetlere hıyanet günahından ve fesadından kurtulmak için bütün mü’minlerin tek bir Ümmet çatışı altında, tek bir İmam-ı Kebire biat ve itaat ederek birleşmeleri gerekir.

“İkinci yazı”

Merhum Toktamış Ateş
Rahatsızlığım dolayısıyla Profesör Toktamış Ateş’in cenaze namazına gidemedim. Kendisi Kemalist idi ama Müslüman olduğunu da cesaretle söylerdi. Bu yüzden din düşmanı, ateist, agresif Kemalistlerin dışladığı aforoz ettiği bir kimseydi.
Kendisinden bir de iyilik görmüşümdür. Anlatayım: 28 Şubat terör havası içinde İstanbul Üniversitesi Rektörlüğü’nün tertiplediği bir açık oturuma davet edilmiştim. Davet eden şu meşhur Alemdaroğlu. Yardımcısı Prof. Nur Sertel telefon açmış, gelir misiniz diye sormuş, ben de memnuniyetle katılırım demiştim. Konu: “Atatürk ve Demokrasi”. Belli gün ve saatte konferansın verileceği Fen Fakültesi’ndeki salona gittim, biraz sonra etrafında avenesi olduğu halde Alemdaroğlu geldi. Herkesin elini sıktı, benim elimi sıkmadı…
Neyse uzun masaya geçtik… Diğer konuşmacılar Prof. Toktamış Ateş, Prof. Ahmet Taner Kışlalı, Prof. Asaf Savaş Akat… Bendeniz konuşurken Alemdaroğlu ve avenesi yersiz ve lüzumsuz çıkışlar yapmaya, laf atmaya başladılar. Onlara “Konumuz demokrasidir, lütfen tahammül ediniz, sükûnet içinde dinleyiniz…” mealinde bir laf söyledim.
Ertesi gün Hürriyet Gazetesi’nde “Eygi’nin Kızdıran Sözleri” başlıklı bir haber yayınlandı… Birkaç gün sonra da savcılıktan, Atatürk’e hakaretten hakkımda takibat açıldığı bildirildi.
Devir 28 Şubat devri… Vesayetçi rejim göz açtırmıyor… İster misiniz Atatürk’e hakaret etti diye beni yargılayıp içeri atsınlar.
Toktamış Hoca’yı Kapalıçarşı’da bir lokantada gördüm, durumu anlattım, “Sen hiç merak etme, açık oturumda Atatürk’e hakaret edilmemiştir, ben senin lehine şehadet ederim” dedi.
Ahmet Taner Kışlalı Ankara’daymış, ona telefon ettim, o da Atatürk’e hakaret iddiasının iftira olduğunu, lehimde şehadet edeceğini söyledi.
Asaf Savaş Akat Bey telefonla kendisine müracaat ettiğimde “Bu, Alemdaroğlu’nun işidir, siz merak etmeyin, lehinizde şehadet ederim” dedi.
Dosyanın verildiği savcı bey gerçek ve adil bir hukukçuymuş, konuşmaları teypten deşifre ettirip incelemiş, isnat edilen suçun işlenmediği kanaatine varmış ve adem-i takibat kararı vermişti.
Böylece 28 Şubat vesayetçi terörün tozu dumanı içinde paçamı kurtarabilmiştim.
Hakkımda doğru şahitlik yapan üç profesöre teşekkür ediyorum. Ahmet Taner Kışlalı bir suikasta kurban gitti, Toktamış Ateş birkaç gün önce vefat etti, kendisine, ben Müslümanım dediği ve bunda direttiği için Cenab-ı Hakk’tan rahmet diliyorum.
Profesör T. Ateş Kemalist olmasına rağmen Abdurrahman Dilipak gibi Müslüman bir yazarla işbirliği yapacak kadar toleranslı ve geniş ufuklu bir şahsiyetti. Keşke bütün Kemalistler onun gibi olabilseler.
Ailesine taziyetlerimi arz ederim.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi