M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Ümmet Birliği ve İman Kardeşliği

Ümmet Birliği ve İman Kardeşliği

ÜMMET birliğini ve İslam kardeşliğini zedelememek için bütün Müslümanlar aşağıdaki hususlara ve inceliklere dikkat etmelidir. Maddeler halinde yazıyorum:

1. Sünni kesime mensup iki âlim, iki fakih, iki şeyh, iki mürşid ilmî, tasavvufî bir konuda tartışırlarsa Müslüman halkın taraf tutmaması, ikisine de saygı göstermesi gerekir. Bir örnek vereyim, İmam Buhari hazretleri, İmam-ı Azam Hanefi Hazretleri’ni tenkit etmiştir. Biz taraf tutmayız, Ebu Hanife hazretlerini mezhep imamı(mız) olarak kabul eder kendisini çok sayar ve severiz, İmam Buhari hazretlerini de hadis konusunda imam kabul ederiz.

2. İcazetli bir din âlimi, bir şeyh efendiyi tenkit ederse o şeyh efendinin müritleri terbiye ve vakarlarını bozmazlar, o âlime sövüp sayıp düşmanlık etmezler.

3. İki muhterem şeyh efendi bir konuda ihtilafa düşseler ikisinin dervişleri tartışmalı konulara bulaşmazlar.

4. Sizin çok muhterem bir şeyhiniz var, bir zat onu tenkit ettiğinde o tenkitçiye düşman olursanız fitne ve fesat çıkar. Ne yapacaksınız? “Bu tenkitçi zatın benim şeyhim konusunda nasibi yoktur…” diyerek fitne ateşini söndüreceksiniz.

5. Ehl-i Sünnet Müslümanları arasında meşreb farklılıkları vardır. Meşreb farkı yüzünden Müslümana düşman olmak, kardeşlik bağlarını kopartmak ve olumsuz şekilde tartışmak çok yanlış olur. Nakşîlik ile Mevlevîlik arasında teferruata ait farklılıklar vardır, bunların kardeşlik hukukunu zedelememesi gerekir.

6. İmana, İslam’a, Kur’ana, Sünnete, Şeriata hasbeten lillah hizmet eden bir üstadın sağlığında onun cemaati birlik içindeydi. Vefatından sonra ayrılmalar, parçalanmalar, çekişmeler görüldü. Birkaç ay önce Antalya’nın bir ilçesine gitmiştim, orada o büyük ve muhterem zata bağlı bir kardeşimizle konuşurken cemaat kaça ayrıldı dedim, “Yirmi iki şubeye ayrıldı…” cevabını verdi. Üç hafta önce Fatih’te bir mecliste sohbet edilirken “Filancalar yirmi iki parçaya ayrılmış” deyince oradaki bir zat “Kaç yirmi iki parça!” dedi. Yeni bir şey değil, tarih boyunca Müslümanların belini kıran en büyük afet ve felaket bölünmek, birbirinden kopmak, olumsuz şekilde tartışıp çekişmektir. Bunu önlemenin yolu da her ne pahasına olursa olsun Ehl-i Sünnet Müslümanlarının birbirlerini meşreb farklılıklarına rağmen kardeş bilmeleridir.

Sünniliğin temel prensiplerinden biri şudur: “Fasık veya facir olsun, Müslümanın ardında namaz kılınır” yeter ki onun fıskı, fücuru, bid’ati imanının ve namazının sıhhatine mani olmasın.

7. 1960’tan itibaren Sünni kesimde kasıtlı ve yapay hizipleşmeler ve düşmanlıklar oluşturuldu. Yakın tarihte ve şu anda İslamî kesimin ve hareketin içinde sürüyle casus, ajan, provokatör, yönlendirici, istihbaratçı, münafık, bid’atçi, reformcu; İbn Sebe’ler, Lawrence’lar Hempher’lar cirit atmaktadır. Bunlar bir ve beraber olması gereken Ümmet-i Muhammed’i bin fırkaya ayırmışlar ve bol miktarda fitne tohumu ekmişlerdir. Tavşana kaç, tazıya tut derler. Maalesef dünya üzerinde aldatılması en kolay, aldatılmaya en yatkın halk Müslüman halktır. Hadis-i şerifte “Mü’min bir delikten çıkan (zararlı mahluk… yılan, akrep…) iki defa sokulmaz” buyuruluyor. Biz maalesef bin kere sokulsak akıllanmıyoruz.

8. Müslüman halk dinî konularda, bilhassa Kur’an-ı Kerim konusunda tartışmamalıdır. Cahillerin Kur’an ayetlerini tartışmaları haramdır. Cahillerin kendi heva ve reyleriyle Kur’anı yorumlamaları haramdır.

Sünni Müslümanlarla, Şiî Müslümanların da tartışmamaları gerekir.

9. Alevilik İslamiyet’in bir fırkasıdır. Bir takım kripto Yahudiler, kripto Haçlılar Alevi postuna bürünerek Sünnilerle Alevileri birbirine düşman etmek istiyor. Bunların oyunlarına gelmemeliyiz. Köken ve inanç itibariyle Alevi olmayan bir zat kocaman bir kitap yazdı, ismi “Ali’siz Alevilik…”, böyle saçmalık olur mu? Belli ki bunda bir kasıt var. Türkiye gemisinde birlikte yolculuk eden Sünniler ve Aleviler sosyal barış ve mutabakat içinde olmazlarsa gemi tehlikeye girmez mi, Titanic gibi batmaz mı?

10. İki ülkeden ülkemize petro-dolarlar geliyor, bunlarla Sünni Müslümanların müşrik ve kâfir olduğu yahut Hz. Ömerin zalim ve münafık olduğu propagandası yapılıyor. Maalesef bu konuda Müslümanları uyarması gereken bir takım muhteremler uyarma, aydınlatma, bilgilendirme, cerh ve iptal hizmetlerini yapmıyor.

 

(İkinci yazı)

Mantıksız Toplum

Eskiden İslam medreselerinde, idadîlerde, Sultanîlerde (Osmanlı lise ve kolejlerinde) mantık okutulurmuş. Cumhuriyet’ten sonra da mantık tedrisatı bir müddet devam etti. Sonra eğitim yozlaştı, sulandırıldı, liselerde doğru dürüst yazılı, edebî zengin Türkçe öğretilemedi, yeterli tarih kültürü verilemedi, mantık eğitim ve öğretimi de hemen hemen kalktı. Böylece mantıksız yeni nesiller yetiştirildi.

Mantığın çok basit çok kaba iki tarifi vardır. Birinci tarif: Doğru düşünme bilgisi ve tekniği. İkincisi: Doğru ve yanlışı birbirinden ayırt etme bilgi ve tekniği.

Mantık üçe ayrılır: Kadim mantık… Klasik mantık… Modern matematik mantık.

Bize lazım olan klasik mantıktır. Bu konuda Fransa liselerinde okutulan felsefe kitaplarının mantık bölümünü başarılı bir örnek olarak verebiliriz.

Mantık pozitif ilimleri, sosyal ilimleri, hukuku, biyolojiyi ve diğer disiplinleri de inceler ve değerlendirir.

Mantık sadece nazarî=teorik bir bilgi değildir. Hayatın her anında, her safhasında gerekli bir alet ve vasıtadır.

İslam’ın kendine göre bir mantığı var mıdır? Tabi ki vardır. İslam mantığının temel ilkeleri, Kuran’da, Sünnet’te ve Şeriattadır.

Yirmi birinci asırda İslam’ı ve onun mantığını anlayabilmek için çağın seviyesinde genel kültüre sahip olmak gerekir.

İyi bir lisede yeterli mantık okuyan bir genç liseyi bitirdikten sonra okuduğunu unutur ama bu unutmadan sonra onda yine de bir şey kalır. İşte o kalan mantık kültürüdür. Hiç mantık okumamışta, unuttuktan sonra kalan bu kültür ve birikim yoktur. Son otuz kırk yıl içinde birçok gence eski lise mantık kitaplarını alıp okumalarını ve eksikliklerini gidermelerini tavsiye etmiştim. Bunlardan biri nasihatimi tuttu, bir mantık kitabını baştan sona kadar dikkatle okudu, içinde bilgileri hafızasına nakşetti. Onda otodidaktlık vardı, diğerleri bunu yapamadılar.

Mantık okumamış ve iyi öğrenmemiş kişiler hayatları boyunca mantıksızlık yaparlar da haberleri olmaz. Molière’in Kibarlık Budalası (Le Bourgeois Gentilhomme) piyesindeki Mösyö Jourdain’in kırk yıl boyunca nesirle konuşup da haberi olmaması gibi…

Bendeniz özel bir kolejin ders nazırı olsam felsefe grubu derslere ve bilhassa mantığa çok önem veririm. Bunları öğretmek için Fransa’dan agrégé (mümtaz) öğretmenler getiririm.

Lise seviyesinde ahlak kültürüne sahip olmak için en az iki yüz sayfalık çok ciddi bir mantık kitabını öğretmen=üstad nezaretinde okumak, imtihanlar vermek, icazet=sertifika almak gerekir.

Mantık imtihanları test usulü yapılmayacak, kompozisyon şeklinde yapılacaktır.

Maalesef Türkiye’de bu eğitim yoktur. Eskiden var mıydı? Vardı… Otuz kişilik lise son sınıfında en az beş on öğrenci doğru dürüst mantık okurdu ve öğrenirdi.

Hani şu doğru, iyi, güzel üçlemesi var ya; ondaki doğruyu öğreten ilim mantıktır.

Hukukun kendine mahsus mantığı vardır. Hukuk mantığı bilmeyenler hukuk mühendisliği seviyesine kadar yükselebilirler ama hukuk yüksek mimarı olamazlar.

Felsefe grubu dersleri demiştim… Psikoloji, ahlak, metafizik, estetik. 1930’lu yıllarda TC Maarif Vekaleti (Milli Eğitim Bakanlığı) kurşunî bez ciltli olarak ayrı ayrı psikoloji=ruh bilim, ahlak, metafizik, estetik ve mantık kitapları bastırtmıştır; sonra bunlar küçüle küçüle küçüle sıcakta eriyip kaybolan bir kartopu gibi yok oldular.

CHP oligarşik faşizm devrinde iktidarın Don Kişot’u (veya Sanço Panza’sı) Falih Rıfkı Atay, Ankara Yenişehir’ini anlatırken “Biz tarihte ilk defa olarak mabetsiz bir şehir yarattık” diye haykırmıştı.

Sadece mabetsiz mi?.. Mantıksız bir toplum…

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi