M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Tarımımız ve Hayvancılığımız

Tarımımız ve Hayvancılığımız

Türkiye’nin ekilebilir arazisi, kendine yetecek ekmeklik buğday yetiştirmeye müsait midir? Müsaittir.

Kendimize yetecek buğdayı ürettikten sonra, fazlasını dışarıya satacak üretim yapabilir miyiz? Yapabiliriz. Bir ara böyleydi.

Yüzölçümü bizden az olan Fransa buğday ihraç ediyor da biz niçin onun gibi olmayalım?

Dışarıya başka ürünler satar, buğdayımızın bir kısmını da ithal ederiz... Bu çok yanlış bir şeydir. Buğday sıradan bir madde değildir, stratejik maddedir. Domatese, çileğe, portakala benzemez. Onlarsız yaşayabilirsiniz ama buğdaysız (veya bazı ülkelerde pirinçsiz) yaşayamazsanız. Uluslararası bir kriz olur, büyük bir savaş patlar ve buğdaysız kalırsak çok sıkıntı çekebiliriz.

Buğday konusunda ne yapmak lazımdır: Planlar programlar yapmak, projeler üretmek, çare ve çözümler bulmak ve ne yapıp yapıp ekmeklik buğdayımızı yurdumuzda üretmemiz gerekir.

Türkiye şu anda dünyanın yedinci tarım ülkesiymiş!.. İstatistiklerle her şeyi ispat etmek mümkündür!

18-19 Temmuz’da otomobille küçük bir Trakya seyahati yaptım. Ara yollardan ta İğneada’ya, Bulgaristan sınırındaki Sislioba köyüne kadar gittim. Dönüşte yine tali yollardan geçerek nice yer gördüm. Gözlerimin ulaştığı yerlerde bir tek bahçede, bir tek bostanda, bir tek bağda bir tek (tekrar ediyorum) bir tek çalışan insan görmedim. Lakin köy kahvehaneleri doluydu.

Tek başına yalnız Trakya bile bütün Türkiye’yi doyurmaya yeter.

Havsa’dan geçerken bir kavun satın aldım, yerli kavun değilmiş, Kırkağaç kavunu imiş!

İnternetten resimlerine bakınız, dünyanın çalışkan ülkelerinde nasıl teras ziraati yapılıyor. Teras ziraati, dağların yamaçlarında, engebeli arazide, bir tarafına taş duvarlar yapmak suretiyle düz arazi elde edip oralarda bin zahmetle tarım yapmaktır. Teraslarda pirinç bile yetiştiriyorlar. Bizim gayet verimli, helva gibi topraklarımızda yoğun tarım yapılmıyor.

Trakya’da mısır ve ayçiçeği tarlaları gördüm. Ayçiçeğini bilmem ama mısır verimli bir tarım değildir.


 
Çok uzun yollardan geçtim, gördüğüm seraların sayısı 10’u geçmez. Binlercesini görmek isterdim.

Tarım konusunda İsrail’den ibret ve ders alamaz mıyız?

Hayvancılığımızın durumu da parlak değil.

Devletin çalışamayan, ihtiyar, hasta, kimsesiz vatandaşlara yardım etmesi elbette iyi bir şeydir. Çalışabileceklere yardım etmesi ise kötüdür. Tembelliğe, asalaklığa yok açar.

Türkiye bir tüketim ülkesi değil, bir üretim ülkesi olmalıdır.

Bunu yapabilmek için püriten Fütüvvet ahlakının hâkim olması gerekir.

Ekti biçti üretti sattı, hayvan yetiştirdi, zengin oldu. İlk işi inci kakmalı lüks telefon almak, otomobil almak, lüks bir eve sahip olmak... Bu kafayla kalkınma olmaz.

Ziraatin tamamen bitmiş olduğu bir orman köyünden geçtik. Küçük bakkalcıkta bira şişeleri görünüyordu.

Her yerde Coca Cola var ama, hakikî köy yoğurdundan bir bardak ayran bulup içemezsiniz.

Bendeniz ütopya üretmiyorum, hayalperest değilim, gerçekçi bir insanım. Ziraat ve hayvancılıkta ülkemizi Japonya, Tayvan, Çin, Çin Hindi ülkeleri, Avrupa seviyesine çıkartmamız gerekiyor.

Yapılabilirlik diye bir kavram var.  Ülkemizde ne kadar ziraat yapılabilirse işte onu yapmamız gerekir. Ne kadar hayvan yetiştirilebilirse o kadar yetiştirmemiz gerekir.

Devletimiz, tarım fakültelerimiz nazariyatı bırakıp hayatın içine girmelidir.

İç savaştan önce Suriye’ye defalarca gitmiştim. Ekilebilir bütün arazileri tarla, bahçe, bağ, bostan olarak kullanılıyordu.

Dünyada, bırakın tarım topraklarını; taraça, balkon, pencere kenarı sebzeciliği bile vardır.

Bendenizin basit bir vatandaş olarak isteklerim nelerdir?

Türkiye kendine yetecek buğdayı üretmelidir.
Daha fazla üretip dışarıya satmalıdır.
Hayvancılıkta da üretim fazlamız olmalı, onu da ihraç etmeliyiz.
Ziraatte İsrail, hayvancılıkta Danimarka seviyesine çıkmalıyız.
Aşırı zenginliği kösteklemeli, frenlemeliyiz.
Bu arzu ve temennilerim, hiçbir zararı ve kötülüğü olmayan makul, iyi olumlu istekler değil midir?

Soruyorum: Türkiye’mizin tarım ve hayvancılıkta, kendi yüzölçümüne ve nüfusuna oranla, dünyanın en başarılı, en üretken ülkesi olması gerekmez mi?


 
***

DİKKAT: Bu işte akıl almaz büyük paralar dönüyor... Korkunç pazarlıklar yapılıyor.

***

Mutlak gerçeklere, yakınî bilgilere sadece İslam’dan ulaşılabilir. Herkes anlayamaz, anlatamaz. Kaynağı Kur’an ve Peygamberdir. Metluv ve gayr-i metluv vahiydir. Bu bilgilere felsefî sistemlerden, ideolojilerden ulaşılamaz.

***

O büyük İmam-Hatip okuluna bir Ehl-i Sünnet büyüğünün ismini vermişler ama orada birtakım habisler Ehl-i Sünneti yıkmak için sinsince çalışıyor.

***

İntihar edebilir, intihar ettirebilirler, öldürüp intihar etti diyebilirler.

***

Eskiden çocukluğumda Edirne’de eski usul el yapımı çok güzel yıkanma sabunları üretiliyordu. Son ustası vefat ettikten sonra bu iş tarihe karıştı. Valilik ve Belediye Başkanlığı, Kültür Müdürlüğü bir tek sabun ustası bulsalar, bu işi canlandırsalar iyi olmaz mı? Bunun için fabrika gerekmez. Küçük bir atölyede yapılabilir. Üzerine Osmanlıca ve Fransızca (Savonartisanaled’Andrinople) damgası basılır. Turistlere, meraklılara satılır. Mutlaka zeytinyağından yapılmalıdır.

***

Resulullah Efendimiz (Salât ve selam olsun ona), “(Ehline) danışan pişman olmaz” buyuruyor. Danışmayanlar pişman olur.

***

Anıtkabir’de uygunsuz laf eden çarşaflı bir hanım tutuklanmış. Nice ağır suç işleyenler tutuksuz çipsli yargılanıyor...

***

Büyük ziyafet: Fırından yeni çıkmış simit. Her kişi için kibrit kutusu kadar gerçek beyaz peynir. (Sahtesi çok...) Kaliteli zeytin... Herkese yarımşar elma... Açık kahvaltı çayı... Sofrada üç dört ahlaklı ve kültürlü kişi olacak. Edebiyat, tarih, sanat, tasavvuf, hikmet... Gıybet ve dedikodu yok. Hiç kötü laf edilmiyor... İşte bu, büyük bir ziyafettir. Anlayana.

***

İlahî hak din İslam’ın önündeki en büyük engel, İslamcılıklardır. Yüzeyde kalmış cahil sofulardır... Cemaat ve tarikat holiganlarıdır... Geri zekâlılardır... Sahte şeyhlerdir, onların beyinsiz bağlılarıdır... Eşkıya din sömürücüleridir.

***

Ahlaksız, karaktersiz bir yarı-Müslüman’ın İslam’a ve Ümmet’e verdiği zararı, yaptığı tahribatı azılı din düşmanları veremez, yapamaz.

***

Hiçbir papaz seminerinde (okulunda), okulun kilisesinde yapılan ibadetlere katılmama lüksü yoktur. Bütün öğrenciler katılır. Bizim İmam-Hatip okullarında ise namaz mecburî değildir, canı isteyen kılar, istemeyen kılmaz. Böyle din okulu olur mu?

***

Son Halife Abdülmecid bin Abdilaziz Han hazretleri edebiyata, kültüre, sanata vakıf bir kimseydi, ressamdı, bestekârdı. Halife olarak kalmış olsaydı, ülkemizde sanat ve kültür çok yükselirdi.

***

(Trakya’da hiç tarım yapılmıyor demiyorum. Gezdiğim yerlerde bir faaliyet görmedim diyorum. Gayret edilse, Trakya’da bugünkünün en az on misli ziraî üretim yapılabilir.)

 

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi