M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Binmişiz bir alamete

Binmişiz bir alamete

Titanic için beyinsizin biri ne demişti?.. "Bu gemiyi Allah bile batıramaz!.." Sonra ne olmuştu? İlk seferinde, İngiltere'den Amerika'ya giderken dev transatlantik bir buzdağına çarpmış ve batmıştı. Binden fazla insan ölmüştü.

Titanic'in ilk ve son seferinin yolcuları, "Bindik bir alamete, gidiyoruz kıyamete" dememişlerdi. Herbirinin bin türlü düşüncesi, hayali, emeli, ümidi vardı.

Biz de şu anda bir alamete binmişiz gidiyoruz.

Alamet kat kat. Lüks üst katlarda içki, kumar, fuhuş, sefahat, ahlaksızlık gırla gidiyor. Orkestralar çalıyor, şarkılar, eğlenceler, partiler...

En alt katta fukara takımı var, onlar üsttekiler kadar eğlenemiyor. Paraları yok. Olsa onlar da eğlenecek gönüllerince.

Bizim alametin elit ve seçkin tabakası, sarhoşluktan ayıldığı zaman karakara düşünüyor. Laiklik elden gidiyor, alamet dinsel bir gemi haline gelebilir diye çok tasalanıyorlar. Tasalarını unutmak için kendilerini içkiye, fuhşa veriyorlar.

Şampanyalar patlatılıyor, danslar ediliyor, yeniliyor içiliyor. Alametin zenginlere ait bölümleri saray gibi. Bir ihtişam ki sormayın.

Alamet nereye gidiyor? Alamet selamette mi?

Alamet kıyamete mi gidiyor?
Şerirler

O şerirler kendilerini din hocası gösteriyor... Ne biçim hocadırlar ki, namaz bile kılmazlar... Az çok Arapça bilirler, yeteri kadar İslâmî bilgiye ve kültüre sahiptirler ve İslâm'ın en temel emri ve birinci amelî ibadeti olan beş vakit namazı kılmazlar. Ne kadar korkunç bir çelişki...

Bin küsur yıldan beri Ehl-i Sünnet ve Cemaat uleması Kur'ân'ı, Sünnet'i, İslâm'ı, Muhammedî dâveti anlamamış da bu bînamazlar anlamış... Ya öyle mi?

Hem din hocası geçinecek, hem de namaz kılmayacak... Olur mu böyle şey?..

Bu adamlarınKur'ân yorumlarına, hadîs açıklamalarına nasıl güvenebiliriz?

Şeriat-ı garra ne buyuruyor:

Men terekessalate müteammiden fekad.......

Bu adamlar beş vakit günlük namazların Kitabullah, Sünnet, icmâ-i ümmet ile farz olduğunu pek âlâ biliyorlar ama nefislerine namaz kıldıramıyorlar.

Bu güruh-i lâ yüflihûn Ehl-i Sünneti beğenmiyor, onun yerine ayıklanmış bir İslâm getirmeye çalışıyor.

Bu korkunç yanılgılarında (negatif de olsa) samimî midirler? Heyhat heyhat heyhat!..

Onlar İslâm'ı bozma faaliyetlerini yüklü ücretler karşılığında yapıyorlar.

Nice muhkem âyeti, para karşılığında bile bile yanlış yorumluyorlar.

Nice mütevâtir ve sahih hadîs-i şerifi yine para karşılığında reddediyorlar.

Sapıtma ve yanılma iki türlü olur:

Samimî olur.

Gayr-i samimî olur. Şuradan veya buradan yüklü para ve ücret alır ve İslâm'ı tahrife çalışır.

İnsanların en şerirleri işte bu ikinci sınıftır.

Onlar dall ve mudildir, yâni sapıtmıştır ve sapıtmaktadır.

İnsanları para karşılığında, ücret karşılığında doğru yoldan saptıranlar ne kötü insanlardır.

Onlar kendilerini muslih (iyileştiren) olarak gösteriyor. Aslında onlar muslih değil müfsittir (fesatçıdır).

Allah, Yüce Kur'ân'da en büyük amelî ibadet olarak namazı gösteriyor ve mü'minlere kılın diyor.

Peygamber, ölünceye kadar kılmıştır ve kılınmasını emr ve tavsiye buyurmuştur.

On dört asırdan beri Peygamberin varisleri, vekilleri halifeleri olan müctehid imamlar, ulema, fukaha, suleha, evliyaullah namazı hep kılageldiler.

Bu türemeler ise kılmıyor. Sonra da Müslümanlara akıl hocalığı yapıyor. Ehl-i Sünnet İslâmlığı çok koyu imiş, onu sulandırıp ılımlı yapacaklarmış.

Kuş kadar aklı olan kişi böyle adamların peşine düşmez, onları din hocası olarak kabul etmez.

Yirminci asırda yaşamış bazı Ehl-i Sünnet hocalarının isimlerini veriyorum:

* Hacı Mehmed Zihni Efendi (Nimet-i İslâm müellifi).

* Elmalılı Hamdi Efendi (Müfessir).

* Şeyhülislâm Sabri Efendi (Türkçe ve Arapça nice kıymetli eserin yazarı).

* Düzceli Zahid el-Kevserî. (Yirminci asrın Gazalîsi, Ehl-i Sünnetin müdafii).

* Bulgaristanlı Ahmed Davudoğlu (Ezher mezunu, nice değerli eserin müellif ve musannifi).

* Ömer Nasuhi Bilmen. (Tefsir sahibi, Hukuk-i İslâmiyye ve İstilahat-ı Fıkhıyye Kamusu'nun müellifi ve daha nice muteber eserin yazarı).

Sevgili Müslüman kardeşlerim, din bilgilerinizi bu saydığım muhterem din alimlerinden ve diğer icazetli Sünnî ulema ve fukahadan öğreniniz. Namaz kılmadıkları halde hocalık taslayan ayıklayıcılara sakın kulak vermeyiniz, onlara itibar etmeyiniz.

Sahte tabib candan, sahte hoca dinden imandan edermiş...
Şifalı bitki yağları ve kokuları

Dev şehrin gürültüsünden, pis havasından, zehirli egzos dumanlarından, öldürücü manyetik alanlarından, tahrip edici titreşimlerinden uzakta bir bahçeye gittiniz. Çiçekler açmış, her taraf misler gibi kokuyor. Rüzgar biraz ötedeki çamlığın zindelik ve sağlık veren kokusunu taşıyor... Kuşlar ötüyor, küçük dere şırıl şırıl akıyor... İşte böyle bir yerdeki kokular sizi tedavi eder.

Bugün Türkiye'de hâkim tıb olan Ortodoks Tıb Kilisesi kabul etmez ama kokuyla tedavi tıbbı diye alternatif ve paralel bir tıb dili vardır...

Bu tıbbın uzmanı değilim, fazla bilgi vermeyeceğim. Lakin bazı tavsiyelerim olacaktır.

Evinizde bitki yağları bulundurunuz. Birkaçını sayayım: Lavanta çiçeği yağı... Biberiye yağı... Nane yağı... Anason yağı... Çörek otu yağı...

Bunlar mutlaka tabiî olmalı, yani çiçeklerden, bitkilerden, tohumlardan çıkartılmış olmalı...

İçlerinde binde bir oranında bile kimyevî, yapay madde bulunmamalı.

Avrupa'da böyle yağlar üretiliyor, satılıyor. Garantileri var, sertifikaları var. Orada aromaterapi denilen başka bir tıb var.

Rusya eczaneleri yüzlerce çeşit böyle bitkisel yağlar ve ilaçlarla doludur.

Sizde de bulunsun. Mideniz bozulunca nane yağı koklayınız... Soğuk algınlığına karşı lavanta yağı... Biberiye her derde deva...

Gül yağınız olsun, onu koklamak nice derde devadır. Sakın gül yağı yerine ucuz kimyevî gül esansı almayınız. Şifa değil dert getirir. (Yağ ile esans arasındaki farkı biliniz.)

Böyle tıbbî bitkilerin, usulüne göre yapılmış çayları da yararlıdır, şifalıdır.

Azı şifa olan şeyin çoğu zararlıdır.

Ihlamur, papatya, nane çayını makul miktarlarda içebilirsiniz ama bazı bitki çaylarını mutlaka uzmanlarına sorup içiniz.

Eski geleneksel tıbba dönmekte büyük yarar var.

Ülkemizden büyük kalp uzmanlarından Profesör Bülent Berkarda, "Bizde yapılan kalp ameliyatlarının yüzde 95'i fuzulîdir..." demiş. Ya sezaryen ameliyatla yapılan doğumlar? Onların kaçta kaçı fuzulî? Sezaryen ameliyatlarında ülkemiz dünya birincisiymiş. Neden? Ah para, ah rant!..

Unutmayınız, Allah -ölüm dışında- her derdin devasını yaratmıştır. Bu devaların büyük kısmı bitkiler alemindedir. Eskiden bunlar biliniyordu, kullanılıyordu. Zamanla unutuldu. Günümüzde ülkemizde bitkilerden çıkartılan ilaçlara ilaç demek kanunen yasaktır. Ne kötü bir yasak.

Mevcut resmî ve ortodoks tıbbın elbette faydaları ve hizmetleri vardır, bunlar inkâr edilemez. Lakin kimyevî ilaç sanayinin tekeli kötüdür. Bir tıb ekolü doğrudur, ötekiler yanlıştır, yasaklanması gerekir demek doğru değildir.

Bütün medenî ülkelerde olduğu gibi bizde de paralel, alternatif, yumuşak tıbların eğitimi olmalı, uzmanları olmalı, ilaçları olmalı ve bunlar da halkımıza şifa dağıtmalı, acılarını dindirmelidir.

Göz bebeğinin resmi çekilerek hastalıkların kolayca, pratik ve ucuz şekilde teşhis edilebildiğini biliyor musunuz?

Çin tıbbından bir buçuk milyar Çinli yararlanıyor.

Tibet tıbbı, klasik tıbbın tedavi edemediği nice hastalığı tedavi ediyor.

Ey Müslümanlar!.. İslâm tıbbını, Nebevî tıbbı biliyor ve ondan yararlanıyor musunuz.

Tıbbın birinci prensibi nedir?.. İhtiyacı kadar yemektir... Az yemektir, az yemektir, az yemektir... İhtiyacından fazla yiyen ve tıkınan kimse günde bir kavanoz Anzer balı yese yine iyi olamaz.

Tıb ile İslâm'ın ve hikmetin yakın alakası var.

Doktorlara fazla gitmemek, hastahane koridorlarında inlememek, kaşığı ile tedavi eden sapı ile göz çıkartan kimyevî ilaçlar yutmamak için Peygamber tıbbına yönelin.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi