M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Fakirliğin Sefaletinden Sonra Zenginliğin Sefaleti

Fakirliğin Sefaletinden Sonra Zenginliğin Sefaleti

Bendeniz bu memleketin ve bu halkın fakirlik ve sıkıntı ile pençeleştiği günleri görmüş bir kimseyim.

Nüfusun yüzde sekseni köylerde yaşıyordu ve onların büyük kısmında hastalık, sefalet, yoksulluk vardı. Yol yoktu, su yoktu, para yoktu.

Kırsal kesimdeki halkın bir kısmı yalınayaktı, bir kısmı çarık giyebiliyordu, çok azının kundurası vardı. Şehirliler, eskiyen ayakkabılarına pençe yaptırırlardı.

Verem ve sıtma çok yaygındı. Batı Karadeniz bölgesinde Frengili köyler vardı.

Yeterli hastane, doktor, ilaç yoktu. Olsa bile alacak para yoktu.

İşçilerin hiçbir hakkı, sigortası yoktu.

Fakirlikten, bakımsızlıktan ülke bit kaynıyordu. Hiç unutmuyorum, ikinci dünya savaşı yıllarında Galatasaray mektebinin ilk kısmında duvarda kocaman bir afiş asılıydı. Dev bir bit ve ondan korunma yolları...

Ekmek vesika ileydi.

Milyonların hem hürriyeti, hem ekmeği yoktu.

Yeni gömlekler yedek yakalarıyla satılırdı.

Giyilen çorapların topukları genellikle delik olurdu.

Herkes, her yer böyle değildi ama yaygın bir yoksulluk vardı.

CHP rejimi ülkeyi ve halkı demir yumrukla eziyordu.

Şehirlerdeki camilerin onda sekizi kapalıydı.

Çocuklara din ve Kur'an eğitimi vermek yasaktı.

Bir evde toplanıp Risale-i Nur okuyan Müslümanlar tutuklanıyordu.

Yine bir evde toplanıp yatsı namazı kılan ve ardından tarikat zikri yapan Müslümanlar hele bir yakalanmayagörsünler, işleri bitikti. Kelepçelenir, nezarethaneye atılır, ertesi gün leş kargası Dönme gazeteleri "Zikir yapan gericiler yakalandı" diye katranlı manşetler atardı.

Ben hatırlamıyorum, Bursa'da bir Müslümanın canına tak etmiş, Ulu Cami'nin minaresine çıkmış, Arapça Ezan-ı Muhammedi okumaya başlamış... Valilik, Savcılık, Zabıta hemen harekete geçmiş. Müslümanı apar topar götürmüşler... Bir gün sonra çıkan gazetelerde "Bursa'da vahim bir irtica vak'ası... Bir mürteci Ezan okudu... Hazret Ankara'dan yola çıktı..." manşetleri... Adam sanki katliam yaptı... Suçu Ezan okumak...

Dalgın bir Müslüman namaz kılıp camiden çıkarken başında takkesini mi unuttu (eskiden herkes takke ile namaz kılardı), polis görürse yakalar, adliyeye götürür ve adamcağız tutuklanırdı.

İslam dini düzen için en büyük tehdit ve tehlike idi.

İşte yakın tarihte bu ülke, bu millet hem maddi, hem manevi sıkıntılar, baskılar, yoksulluklar, zulümler içinde yaşadı.

Sonra Allah Türkiye halkına gün yüzü gösterdi. Bolluk, zenginlik, refah geldi. Her yere yollar yapıldı. Lüks meskenler, lüks otomobiller, bol gelir, yeme içmede genişlik...

Zenginlik ve bollukla beraber lüks ve israf başladı.

Herkes için söylemem, bir kesim azdıkça azdı, kudurdukça kudurdu.

İçki, fuhuş, zina, yolsuzluk, hırsızlık, rüşvet, haram yeme...

Dün ekmeğin vesika ile yendiği bu ülkede şimdi 300 milyar dolar kara ve haram para birikimi var.

Azan milyonlarca Müslüman namazı bıraktı, şehvetlerine uydu.

Şehvet derken öncelikle cinsel şehveti mi kasd ediyorum? Hayır şehvet çok geniş bir kavramdır. Para şehveti, lüks şehveti, zenginlikten ileri gelen gurur ve kibir şehveti. Benlik şehveti. Daha nice şehvetler var.

İsmet paşa diktatörlüğü zamanında bile yapılmayan azgınlıklar görüyoruz. Yirmi kadar çift, Belediye otobüsüne biniyor, birbirine sarılıp öpüşüyor. Böyle bir şeyi Atatürk devrinde bile yapamazlardı... Müslümanlar ne yapıyor? Seyrine bakıyor!..

Zenginlik ve azgınlık var diyorum... Onun yanında yoksulluk da var. Memlekette sosyal adalet yok. Birileri aşırı yiyor, ötekiler doyasıya yiyemiyor.

İslami ölçülere göre memlekette genel ve yoğun bir azgınlık, fısk, fücur, isyan, küfran-ı nimet olduğunda şüphe yok.

Vesayet demokrasisi, vesayet düzeni, vesayet sistemi bütün şeytanlığı ile hüküm sürüyor.

Her yerde, çıplak gözle görünmeyen Altın Buzağı heykelleri...

İçki seller gibi... Memleket bir meyhane-i kübraya dönmüş.

Turizmde patlama var. Turizm ile birlikte fuhuşta da patlama olmuş.

Geceliği 10 bin dolar olan fingirdek lüks fahişelerin reklamını medya yapıyor.

Zina suç olmaktan çıkartıldı, isteyen bol bol yapabilir.

Bir milyon liralık otomobiller... Milyonlarca liralık lüks yatlar... Saray yavrusu villalar...

Yedi yıldızlı oteller... Nemrud ve Firavun bunları görseydi, şu Türkiye'nin mutlu ve putluları lüks ve israfta bizi geçmiş derlerdi.

Şu herif gençliğinde "Bu düzen bozuk... Batsın bu bozuk düzen..." diye haykırıyordu. O zaman mücahitti, aradan 30 - 40 yıl geçince müteahhit oldu ve bozuk dediği düzenin haram nimetlerine aç kurt gibi saldırarak zengin oldu.

Zil şal ve raks... İçki, fuhuş... Zina ve yüksek bina...

Sabah namazlarında İstanbul camilerini dolaşın, zengin, seçkin, varlıklı, nüfuzlu Müslümanları oralarda göremezsiniz. Zaten kaç kişi geliyor ki...

Benlik şehvet ve ihtirasları ile zom gibi sarhoş yığınlar.

Cemaat taassubu sarhoşluğu.

Ben ben ben sarhoşluğu.

Çok iyi biliyorum, bazı sarhoşlar bana "Zırvalama, memleket çok iyiye gidiyor, ufuklar pembe değil, pespembe" diyecekler.

İçenler sarhoş, içmeyenler sarhoş.

Fakirliğin sefaletinden sonra, zenginliğin ve varlığın sefaleti...

Bu gidiş iyi değil.

*(İkinci yazı)

Bunlar

* OĞULLARININ yarın sınavı var... Dindar anne ve baba sabah namazına kalkıyor, ayaklarının ucuna basarak sessizce yürüyor, abdest alıp namaz kılıyor. Aman oğlumuz uyanmasın... Bunlar dindar değil, gafil Müslümanlardır.

* Cuma ezanı okundu. Bizim Hacı bey oğluna kasayı bırakıp camiye gidiyor. Gitmeden önce "Aman çok dikkatli ol, sakın açık verme. Ben namazı kılıp hemen gelirim..." diyor. Bu zat Hacı bey değil Acı beydir. Gerçek dindar olsaydı, Cuma ezanı okununca ticaretini durdurması gerekirdi.

* Koyu Müslüman geçinen o adam, kendi Hazret'ine saldırılınca sinir krizleri geçiriyor, sağa sola e-mailler atıyor, bağırıyor çağırıyor, hop oturuyor hop kalkıyor, kendisini yerden yere vuruyor. Bu adam, Peygamberimize, Şeriata saldırılınca ses çıkartmıyor, kılını kıpırdatmıyor. O koyu Müslüman değil, gafil Müslümandır.

* Sofuluk taslayan kişi, sık sık "Dün gece saat 2'de kalktım, Allah kabul etsin teheccüd namazı kıldım... Bugün Perşembe bana çay ikram etmeyin, nafile oruç tutuyorum..." deyip duruyor. O adam gerçek bir sofu değil, zilli bir münafıktır.

* Herkesin gelip geçtiği yaya kaldırımdaki masaya oturmuş yoğurtlu, bol tereyağlı İskender kebabı yiyor. Görenler imreniyor, fakirler yutkunuyor, o yiyor yiyor yiyor. Bunun dindar geçindiğine bakmayınız. Kendisi mürüvvetsizin tekidir.

* Başına rengarenk gökkuşağı gibi bir örtü sarmış. Dar elbiseler giyinmiş. Takmış takıştırmış, sürmüş sürüştürmüş, salına salına, bakına bakına cadde meydan dolaşıyor. Herkes ona bakıyor. O da dönüp dönüp bakıyor, bakışı canlar yakıyor... Böylesi mesture kadın değil, başı örtülü açık ve hafif kadındır.

* On bir ay boyunca yemediği halt kalmamış. Haram tarafından müthiş para vurmuş. On ikinci ayda turistik bir umre yapıyor ve anasından yeni doğmuş çocuk gibi tertemiz döneceğini sanıyor. Zehi gaflet!

* Uçağa binecek... Hava alanına gidiyor. VİP Kapısından geçip VİP salonunda beklemek istiyor. İçeri alınmıyor. Hırsından mosmor oluyor, kriz geçiriyor, kendini kaybediyor, kavga çıkartıyor. VİP delisi... Deli, zır deli, zırzır deli, hınzır deli, VİP deli...

* Şekeri yükselmiş, kolestrolü berbat, tahliller bozuk çıkmış, perhiz yapması gerek. Arkadaşlarıyla Platin Kemik Süper Lüks Lokantası'na gidiyor ve şunları yiyor: Kremalı borç çorbası, soğuk mezeler, içli köfte, küçük dolmalar, minik lahmacunlar, ardından bol garnitürlü etli ana yemek, bademli pilav, baklalı enginar, salata, cacık, karışık tatlı, kup griye... Bastırsın diye Vichy maden suyu, sade kahve... Perhiziniz kutlu ve mutlu olsun Akil bey!..

* Derviş geçinen şu na-mübareğe bakınız. Günde laakal (en az) iki saat gıybet yapıyor. Sahte derviş!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi