M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Muhterem Zatlar

Muhterem Zatlar

Apriori (kablî, baştan) biliyorum ki, bir kişi gerçekten muhterem ise, birtakım saçma inançları, fikirleri, görüşleri, tezleri asla kabul etmez.

İslamî açıdan muhteremlikle saçma inanç ve görüşleri kabul etmek bir araya gelmez.

Benim bildiğim muhteremler sahih inanca sahiptir.

İtikatta ya Eş'arîdir, ya Mâturidîdir.

Fıkıhta dört hak mezhebten birine bağlıdır.

Musallidir.

Şahsı için paraya, mala düşkün değildir.

Böyle bir zat:

İslam'ın, Allah katında tek hak, makbul, geçerli din olduğu inancına sahiptir.

Onun nazarında İslam'dan başka hak ibrahimî din yoktur.

Hz. Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellemin peygamberliğini ilan edip İslam dini bütünlüğüyle tebliğ etmesinden sonra, diğer önceki dinlerin Şeriatlarının nesh edilmiş, hükümden ve yürürlükten kaldırılmış olduğunu bilir ve bildirir.

İslam ve Kur'an, başta Yahudiler ve Nasranîler olmak üzere bütün insanlığı kâffeten ve cümleten Tevhid'e çağırmaktadır der.

Bir zat gerçekten muhterem ise hak olan Tevhid inancı ile Teslis inancını bir tutmaz.

Zaruriyat-ı diniyeden asla ödün vermez.

Var gücüyle İslamî tebliğ ve dâvet yapar ve yaptırır.

Ahlak-ı Muhammedî ile ahlaklı muhterem bir zat kesinlikle riyasetten, şöhretten, insanların alkışından, pohpohlanmaktan hoşlanmaz.

Muhterem bir zat, gerçekten muhterem ise yağcıları, yalakaları, dalkavukları yanına yaklaştırmaz.

Riyâsete tâlib olmanın haram olduğunu bilir.

Selef-i Sâlihîn efendilerimizden sonra her asırda gelen muhterem zatlar öncelikle şu işlerle meşgul olup hizmet vermişlerdir:

(1) İman etmemiş insanları imana çağırma, dâvet ve tebliğ hizmetleri. (2) İman etmişlerin itikatlarının sahih olması için yapılan hizmetler. (3) Beş vakit namazın dosdoğru kılınması. (4) Zekatın Kur'ana, Sünnete, icmâ-i ümmete uygun bir şekilde verilmesi ve sarf edilmesi. (5) Ümmet birliği, Müslüman kardeşliği, mü'minlerin tefrikaya düşmemeleri için çalışmak. (6) Müslümanların Kur'an, Peygamber, evliyaullah ahlakı ile ahlaklı olmaları. (7) Kurtuluşun Kur'ana ve Sünnete sarılmakla, onların yap dediklerini yapıp, yapma dediklerini yapmamakla olacağı. (8) Kötü bid'atleri ret. (9) Büyük ve küçük cihad yapmak. (10) Oyalanma ve aldanma yeri olan dünya tuzaklarına karşı halkı uyarmak ve insanları (dünya vazifelerini ihmal etmemek şartıyla) ebedî âhiret hayatına yönlendirmek ve hazırlamak. (11) Müslim gayr-i Müslim bütün insanlığa nasihat etmek.

Bu devirde muhterem bir kişi olmak bu yollardan geçer.

Kur'ana, Sünnete, şeriat-ı Garra-i Ahmediyyeye muhalefet ederek, bazı konularda onlara aykırı inanç, görüş, tez, davranış ve metotlar sergileyerek muhterem olunmaz, gayr-i muhterem olunur.

İslam ahkamı (hükümleri) iki gruba ayrılır:

1. Usûle, temellere, esasa ait müttefakun aleyh hükümler. Bunlarda çeşitlilik, farklılık olmaz ve kabul edilmez.

2. Bir de teferruata (füruata) ait muhtelefün fih hükümler vardır. Dört mezhebin fıkhında, esasa ait olmayıp da teferruata (ayrıntılara) ait olan bazı farklı görüşler.

Hiçbir muhterem zat, birinci maddedeki usûle ait bilgi ve hükümlerde değişiklik yapamaz, farklılık sergileyemez. Yapar ve sergilerse otomatik olarak muhteremlik sıfatını kayb eder.

Her asırda gelen gerçek İslam büyükleri, gerçek muhteremler Şeriatı esas almışlar, kurtuluşun birinci şartının Şeriata uymak, Şeriatı hayatına tatbik etmek olduğunu kesinlikle beyan buyurmuşlardır.

Şeriatsız tarikat olmaz.

Şeriatsız necat olmaz.

Şeriata muhalif ve mugayir gerçek hizmet olmaz.

Gerçek muhteremler, Şeriattan sonra Sünnete yapışmışlar ve Müslümanları da Sünnete yapışmayı öğütlemişlerdir. Sünnete yapışmak Allah'ın rızasını ve ebedî saadeti kazandırır.

İslam tarihinde gelmiş geçmiş bütün muhteremler nefislerini kınamışlar, onları zabt u rabt altına almışlardır.

Muhteremlikle nefsaniyet ve hubbi riyâset bir araya gelmez.

Muhteremlerin devlet, hükümet büyükleri, valiler, büyük dünya adamları ile ilgili tutumu şöyledir:

(1) Onların büyük kısmı sultanların, vüzeranın ve vülâtın huzurlarına çıkmamış, onlarla ihtilat edip görüşmemiştir.

(2) Bazıları görüşmüşlerse de, bu görüşmeyi, Müslüman halkı onların zulmünden kurtarmak, onlara nasihat etmek, âdil munsif olmalarını sağlamak için bilmecburiye ve bizzarure yapmıştır.

Bütün muhteremler ihlaslı, zâhid, âbid, yüksek ahlaklı, yüksek karakterli, zikr-i dâimî ile zâkir, âmirîne bi'l-mâruf ve nâhine 'ani'l-münker (Mâruf ile emr edici ve münkerden nehy edici), riya ve nifaktan uzak, fetva ve ruhsat yolundan değil azimet yolundan giden kimseler olmuştur.

Onlar dünya saltanatına tâlib olmamışlar, mânevî sultanlıklara nâil olmuşlardır.

1400 küsur yıllık İslam tarihinde gelmiş geçmiş, Müslümanlara örnek olmuş, Din-i Mübin-i İslam'ı hakkıyla yaşamış, örnek olmuş, Efendimiz ve kurtarıcımız Muhammed Mustafa'nın yolundan gitmiş, Sünnetini ihya etmiş muhteremân-ı kiram hazeratının ruhaniyetleri üzerimize sâyeban olsun.

* (İkinci yazı)
Eskiler Bizi Görselerdi Ne Derlerdi?

Peygamberimiz (Salat ve selam olsun ona) sağ olsaydı, Hz. Ebu Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman, Hz. Ali ve Ashab-ı Güzin (radiyallahu anhüm ecmaîn) sağ olsaydılar...

Hz. Fâtima, Hasaneyn-i muhteremeyn, Ehl-i Beyt-i Mustafa, Âl-i Aba sağ olsaydılar.

Selef-i Sâlihîn sağ olsaydılar.

Eimme-i müctehidîn, eski çağların ulema ve fukahası, mütekaddimîn, müteehhirîn sağ olsaydılar.

Pîran-ı kiram, meşâyih, mürşidan, dervişan sağ olsaydılar.

Bırakın yüksek ve muhterem zevatı, eskinin sâlih veya fâsık mü'minleri sağ olsaydılar.

Meselâ Cennetmekân Sultan Abdülhamid-i Sâni Han zamanında diyelim efrencî tarihle 1900'de vefat etmiş sıradan bir Müslüman bugün mezarından çıksa ve Türkiye'nin haline baksa...

Onlar bize ne derlerdi?

Oh oh maşaallah durumunuz çok iyi, geleceğiniz pek parlak mı derlerdi?

Yoksa vah vah size ne olmuş, bu kötü duruma nasıl düştünüz mü derlerdi?

Farz-ı muhal ya, Sakarya savaşında şehid olmuş bir Mehmetçik dirilse ve İstanbul'a gelse, manzara karşısında ne kadar şaşacak, üzülecek, kahr olacaktır.

Çıplak çıplak karılar... Her yerde Frenk yazıları... Bir tek fesli, sarıklı, imameli Müslüman yok.

Allah Allah Darü'l-Hilafe İstanbul küffar eline mi geçti acaba?..

Öğle namazını kılmak için Ayasofya Camii şerifine gitse bakacak ki, ulu mâbet müze olmuş, namaz kılmak yasak...

Vah vah ben Sakarya'da Ayasofya müze olsun diye mi şehid oldum?..

Eski Müslümanlardan biri Ramazan'da İstanbul'u gezse ne kadar şaşırır. Halk alenen nehar-i Ramazanda cayır cayır oruç yiyor...

Hoparlörle sabah vakti gür ezanlar okunuyor. Yakındaki evlerin camları zangırdıyor. Eski zaman Müslümanı camiye gitse beş on kişilik bir cemaat var. Öteki Müslümanlar nerede?

İmamı Rabbanî hazretlerine sormuşlar: Ashab-ı kiram hazeratı nasıl kimselerdi?

Şöyle buyurmuş: Siz onları görseniz deli derdiniz... Onlar sizi görseydi, size Müslüman demezlerdi...

Bırakın Ashab-ı kiramı, bundan 150 sene önce vefat etmiş sâlih bir Müslüman bizi görse Müslüman demez.

Yahudi işgalindeki Kudüs'te Mescid-i Aksa'ya girebilmek için yabancılar imtihan ediliyormuş. Müslüman mısın? Evet... Öyleyse Fâtiha suresini oku bakalım... Okuyabileni içeriye alıyorlarmış, okuyamayanı almıyorlarmış.

Geçenlerde 17 yaşında bir İmam-Hatip öğrencisini imtihan ettim. Allahü Tealanın 14 sıfatını sayamadı... İmam-Hatip talebesi böyle olursa gerisini siz tahmin edin...

Birinci dünya savaşından sonra galip devletler İstanbul'u işgal etmişlerdi.

O zaman bile dinî durum bu kadar kötü değildi.

Ayasofya açıktı, ezan okunuyor, namaz kılınıyordu.

Kadınlar tesettürlüydü, erkekler islamî serpuşluydu...

Son padişah Halife sıfatıyla Cuma selamlığına çıkıyordu.

Mahkemelerde Mecelle-i Ahkam-ı Adliyeye ve Osmanlı Ceza Kanununa göre hüküm veriliyordu.

Haaa unutmayayım: Ceza Kanununda zina suçtu.

Ne dehşetli bir inkılab olmuş!..

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi