M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Türkiye'nin Sünnî Çoğunluğu

Türkiye'nin Sünnî Çoğunluğu

Türkiye'nin büyük çoğunluğunu Sünnî halk oluşturur. Ülkemizde Türk, Kürt, Alevî ve daha hayli çeşitlilik vardır. Tahminen bir buçuk milyon Kripto Yahudi, yine bir buçuk milyon Kripto Ermeni de vardır. Az miktarda tek kimlikli Musevî, Ermeni, Süryanî, iki bin kadar Rum...

Son yıllarda bütün azınlıklar kimliklerini korumak, hak ve hürriyetlerini elde etmek için çalışıyor ama çoğunlukta bir kıpırdanma görülmüyor.

Bütün dinî azınlıkların devletten bağımsız dinî teşkilatları, din başkanları var ama Sünnîlerin bağımsız bir başkanı, bir İmam-ı Kebir'i yok.

Sayıları çeşitli baskılardan, kaçmalardan, kaçırmalardan sonra iki bine düşmüş Ortodoks Rumların bile patrikleri var.

Yahudilerin hahambaşıları var.

Gregoryen Ermenilerin Patriği var.

Sayıları çok az olan Masonların Üstad-ı Azamları var.

Sünnîlerin laik ve Kemalist rejime bağlı olmayan bir Halife'leri, İmam'ları, Emîr'leri yok.

İşin en garip tarafı Sünnî kesimde bu yokluğun acısı ve kederi de yok.

Heybeliada'da Rum Ortodoks Ruhban Mektebinin yeniden açılması için müzakereler, tartışmalar, pazarlıklar yapılıyor ama kapatılmış olan Medâris-i İslamiyenin açılması için herhangi bir teşebbüs yok.

Yine, haksız yere zulmen kapatılmış olan tarikat ve tasavvuf tekkelerinin açılması için çalışan da yok.

Vaktiyle Sünnî Müslümanların belini kırmak, onları hafızasız bir toplum haline getirmek için yazıyı ve lisanı değiştirmişlerdi. Bu konuda da bir faaliyet görülmüyor.

Sünnî Müslümanlar üzerinde ağır baskılar yapıldı. Onların kıyafetlerine ve serpuşlarına bile insan haklarına aykırı kısıtlamalar getirilmiştir. Bunlar kalksın diye bir kampanya açılmıyor.

Velhasıl Sünnî Müslüman çoğunluk sanki afyonlanmıştır.

Haklarını, hürriyetlerini arayamıyor.

Devletten ayrı din teşkilatına sahip olmak için çalışmıyor.

Başına bağımsız bir din büyüğü seçmeyi düşünmüyor.

İslam vakıflarını (Evkaf-ı İslamiye) bağımsız hale getirmeyi düşünmüyor.

Ülkemizde misyoner okulları var ama Müslümanların, devletten bağımsız İslam Maarif teşkilatı ve İslam mektepleri yok.

Farmasonlar kendi localarında bildikleri gibi Masonik âyinler yapıyor, Müslümanlar tekkelerde toplanıp zikrullah yapamıyor.

Evet Sünnî Müslüman çoğunluk öylesine uyuşturulmuş, afyonlanmış, sersemletilmiş ki, en tabiî haklarını bile aramaktan âciz vaziyete düşmüştür.

Ülkemizde eskisine nispetle çok hürriyet var ama Müslümanlar bunu iğtinam edemiyor (ganimet olarak kullanamıyor).

Sünnî Müslümanların üzerine sanki ölü toprağı saçılmıştır.

Acaba bu gafletin, bu güçsüzlüğün sebepleri nelerdir?

Sanırım, bunun birinci sebebi Müslümanların tek bir Ümmet olmaktan çıkıp, birbirlerinden kopuk, bazısı birbirine rakip cemaatler ve gruplar haline gelmiş olmasıdır.

Sayıları on milyonlarca da olsa Sünnî Müslümanlar Ümmet teşkilatını ve şuurunu yitirirlerse sürü haline dönerler.

Olur mu böyle şey, sen neler söylüyorsun?

Hiç olmaz olur mu?

Şu halimize, halinize baksanıza!..

Hindistan İngiliz işgali altında iken, Hint Müslümanları Hilafet için çalışmışlardı. Hattâ İstiklal mücadelemize katkıda bulunmak için 30 bin altın göndermişlerdi de o para tebahhur etmişti (Sözlüğe bakınız).

Türkiye Sünnîlerinin, vaktiyle İngiliz boyunduruğu altındaki Hint Müslümanları kadar Ümmet, Hilafet, Şeriat şuuru ve gayreti yok.

Ramazan ayında Malatya'da bir vekil imam Cuma hutbesi esnasında Hilafet ve Şeriat isteyince, cemaatin bir kısmı tarafından aşağı indirilmiş ve Diyanet tarafından hemen işine son verilmiştir.

Sünnî Müslümanları derin gaflet ve atalet uykularından kimler uyandıracak?


* (İkinci yazı)
Tv'de Dehşetli, Küfürlü, Üzerine Yürümeli Kavga

Bombeli, karamelli, pistaşlı, peşmelbalı pasta yapan karısını bağırarak çağırdı: "Sevgi hemen gel açıkoturumda kavga başladı!.." Sevgi hanım geldi, koltuğa oturdu. Ekranda klasik bir açık oturum sahnesi... Sunucular, konuk tartışmacılar... Bunlardan ikisi bağırarak birlirlerine suçluyor. Seslerin tonu yükseldi, ikisi de ayağa kalktı, hem bağırıyor, hem el kol hareketi yapıyorlar. Havada küfürler uçuşuyor, kavga kızışıyor, kızışıyor kızışıyor.

Yakası açılmadık küfürler ediliyor. Yurdun her yerinde milyonlarca vatandaş zevkle seyrediyor. Haberi olmayanlar çağırılıyor. Zehra acele gel, tv'de kavga başladı... Naciye bırak şimdi çay yapmayı, çabuk koş kavgayı kaçırma... (Cep telefonunu açar, dostlarını arar) "Çocuklar hemen filan kanalı açın kavga var, dikkatim dağılmasın ben kapatıyorum, öperim, çüş..."

Saniyeler geçtikçe kavga kızışır, taraflar birbirinin üzerine yürür.

Milyonlarca insan bu kavgayı seyrederek tatmin olur, huzur bulur, mutlu olur.

Kavgacılar birbirleri aleyhine dava açarlar.

Tv patronu sunucuları çağırır ve "Aferin, sizinle iftihar ediyorum, o gece dehşetli bir reyting oldu, tebrikler" der.

*(Üçüncü yazı)
İnce Upuzun Yılan Gibi Karadeniz Sahil Yolu

Rize'de yağmur yağmış, seller akmış, sel suları denize ulaşamamış, bir yığın sıkıntı olmuş; sahil tarafı çamurla dolmuş, 400 ev tahliye edilmiş.

Rize ülkemizin en yağmurlu şehridir. Orada öteden beri yağmurlar yağar, sular akar... Bu sefer niçin böyle olmuş?

Mâlumunuz Karadeniz sahiline ince upuzun bir yol yaptılar. Denizle kara arasında taa Hopa'ya, Gürcistan sınırına kadar yılan gibi uzanıyor.

Denizin mavisiyle karanın yeşili arasına katranlı bir çizgi çektiler.

Bu yol yapılmaya başlanmadan önce çok itiraz eden oldu ama dinlemediler.

Medenî ülkelerde böyle yollar, sahilde yapılmaz, yukarıda dağ yamaçlarından geçirilir.

Bu yol yapılırken bir bölgede avukatın biri idare mahkemesinde dava açmış oradaki inşaatı durdurtmuştu. Sonra avukat öldürüldü ve inşaat yeniden başladıydı.

Rize'deki sel sularının akmaması, etrafı çamur kaplaması sahil yolu yüzündenmiş.

Bu deniz kenarındaki yolun başka bir kısmı da çatlamış. İnternette resimlerini gördüm. Yoldaki derin ve geniş çatlakların içine vatandaşlar girmiş, hatıra resmi çektirmiş. Yol beş milyar dolara mal olmuş. Yol müteahhitleri çok iyi paralar kazanmışlar.

Sahil yoluna itiraz edenler, hiç yol yapılmasın dememişler, sahilde yapılmasın, yukarılardan geçsin demişler ama kimseye laf anlatamamışlar.

Geçtiğimiz yıllarda da Karadeniz sahilinde yağmurlar yağmış, seller akmış, binalar yıkılmış, insanlarımız ölmüştü.

Sahil yolu güzel de, mahzurlu (sakıncalı) tarafları düşünülseydi ne iyi olurdu.

Sanırım bu ipince, upuzun, yılan gibi kıvrılıp giden sahil yolu ileride çok sel baskınlarına, evlerin yıkılmasına, ölümlere sebebiyet verecektir.

Büyük Karadeniz fırtınalarında bu yolun bazı kısımlarını dev dalgalar yutacaktır.

Keşke itirazlar dinlenmiş olsaydı da yol yukarıdan yapılmış olsaydı.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi