M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Korkunç Zelzeleler ve Dehşetli Yangınlar İçinde Biz Müslümanlar

Korkunç Zelzeleler ve Dehşetli Yangınlar İçinde Biz Müslümanlar

Bundan 110 yıl önce Hâtemü'l-Hulefa (Ondan sonrakiler sûrî halifedir) Sultan Abdülhamid Han-ı Sânî hazretleri iktidarda idi. O hem Halife hem Padişah idi. Onun zamanında bütün okullarda her sabah din ve Kur'an dersi okutulur, öğrencilere beş vakit namaz kıldırılırdı. Bütün İslam kadınları, bir tek istisna olmaksızın tesettürlüydü. Kadılıklarda ve nizamiye mahkemelerinde şer'î kanunlarla hükm edilirdi. Örfî kanunlarda Şeriata ve dine aykırı maddeler yoktu. Cuma günü Müslümanların hafta tatiliydi. İslam medreselerinde icazetli ulema ve fukaha yetişirdi. Tarikatlar, tekkeler açıktı, zikrullah yapılır, iyi Müslümanlar yetiştirilirdi. Bazı bid'atler ve aksaklıklar vardı ama devlet yine de İslam devletiydi

Farmasonlar, Dönmeler, Jön Türkler dış düşmanlarımızla işbirliği yaparak o dindar Halifeyi devirdiler ve zincirleme felaketler sökün etti, büyük ve korkunç yıkımlar oldu.

Bu devlet, bu ülke, bu halk ne büyük zelzelelere maruz kaldı. Siyasî, sosyal, kültürel zelzeleler... Şeriat elden gitti, arkasından din ve iman elden gidiyor.

Halkı ve gençliği bozmak için her yolu denediler ve maalesef bir irtidat-dinden dönüş çığırı başlattılar. Ümmet birliğini yıkmak için bin parçalı bir İslam Protestanlığı çığırı açtılar. Müslüman kılıklı birileri Sünnetsiz bir İslam türetme çabası içinde... Hadîsleri ayıkladılar...

Yıllardan beri sürekli manevî zelzeleler ve yangınlar içindeyiz.

Küfür, nifak, şikak, fısk, fücur, isyan, tuğyan, azgınlık, bin türlü şehvet...

Allahtan korkan taqvalı, şuurlu ve vicdanlı Müslümanlar bu facialar içinde ve karşısında nasıl gününü gün edip keyfine bakabilir?

Bir kısım halk ve gençlik imanını kaybederken biz mü'minler nasıl yan gelip yatabiliriz?

Maddî bir zelzele olmuş, binaların yarısı yıkılmış, yarısı ayakta... Ayakta kalanların sakinleri felakete seyirci kalabilir mi? Enkazın altından yaralıların feryatları gelirken biz bana ne diyebilir miyiz?

Mânevî, dinî, kültürel, sosyal zelzeleler maddî ve fizikî olanlara benzemiyor.

Şu çocuklar, şu gençler, şu kızlar zelzele-zede ama biz fark etmiyoruz. Dıştan gayet sıhhatli görünüyorlar, lakin içleri harap olmuş. İmanlı olarak yetiştirilmiyorlar.

Bir İslam memleketinde halkın ve gençliğin bir kısmı Kur'anın emirlerine ve yasaklarına, İslam ahlakına bîgâne ise orada zelzele ve yangın var demektir.

Mânevî zelzelenin şiddeti hakkında size bir fikir vereyim: On gün boyunca sabah namazlarında İstanbul camilerine gidiniz ve durumun fecaatini görünüz. Genellikle beş on ihtiyardan başka gelen olmamış. Nerede imanlı ve dindar üniversite ve lise talebeleri? Nerede şu bizim İslamcılar?..

Ramazanda İstanbulun caddelerine, meydanlarına bakınız. Mübarek Ramazan gününde alenen yiyip içenin haddi hesabı yok.

Ülke büyük bir meyhaneye dönmüş...

Riba yaygın... Kumar... Çıplaklık, müstehcen yayınlar... Hele şu malum ve mahut televizyonlar... Yasal genelevlerde TC vesikalarıyla fahişelik yapan seks köleleri...Yasal fuhşun yanında yüz misli yarı gizli fuhuş var... Haram yeme yaygın hale gelmiş...

Evet bunca zelzele ve yangın içinde Müslüman nasıl umursamazca keyfine bakabilir?

Manevî zelzele ve yangın felaketine uğramışların niçin yardımlarına koşmuyoruz?

Niçin var gücümüzle ve en uygun ve etkili şekilde iman kurtarma hizmetleri başlatmıyoruz?

Niçin bilenler bilmeyenleri güzelce uyarmıyor, aydınlatmıyor?

Şu gence anlayacağı şekilde nasihat etsek belki düzelecek.

Şu genç kıza öğüt versek doğru yola girecek belki.

Çalışsak belki yüzde bir, belki yüzde on, belki de yüzde ellisini kurtulmasına vesile olacağız ama biz Müslümanlar, biz az çok bilenler vazifelerimizi yapmıyoruz.

Bizim ev yıkılmadı ya keyfimize bakıyoruz; komşularımızı, vatandaşlarımızı manevî zelzelenin enkazı, yangının alevleri içinde bırakıyoruz.

Yapılmasını istediğim hizmetler elbirliğiyle Ümmet çatısı altında yapılabilir.

Müslümanlar ehliyetli, taqvalı, ihlaslı, muktedir bir İmam-ı Kebir'e biat ve itaat ederler ve herkes aklına ve servetine göre vazife alır, üzerine düşeni yapar.

İman kurtarma çalışmalarını herkes münferiden veya küçük cemaatler halinde kendi re'y ve hevalarıyla yapamaz.

Ümmet birliği ve teşkilatı olacak, Ümmetin başında bir İmam bulunacak ki, işe yarar hizmet yapılabilsin.

Yazık ki böyle bir hizmet seferberliğimiz yok.

Yaptıklarımızı yeterli buluyoruz ve kendimizden çok razıyız. Acaba öyle mi?

Her sene en az yirmi beş adet iman kurtarıcı konuda küçük fakat çok faydalı ve etkileyici broşürler yayınlamamız gerekir. Her broşür beş milyon basılacak, yekun 125 milyon. İslamın en temel, en hayatî, en lüzumlu bilgileri işlenip halka duyurulmalıdır.

Halk ve gençlik fevc fevc namaza başlayacak... Her yıl milyonlarca kadın ve kız tesettüre girecek... Müslüman halk ilmihalini öğrenecek... Ahlak düzelecek... Emr-i maruf ve nehy-i münker yapılacak... Azgınlıklar azalacak... Karz-ı hasen sandıkları kurulacak... Öğrencilerinin beş vakit namazı topluca cemaatle kıldığı İslam mektepleri açılacak... Genel bir iyileşme olacak...

Zelzelelerin, yangınların yaraları sarılacak.

Nice insanımızın imanları kurtulacak...

Niçin mânevî zelzele ve yangın felaketine uğramış milyonlarca insanımızın yardımına koşmuyoruz?

Oooof, beynim zonkluyor!..
* (İkinci yazı)
İmam-ı Kebir Olabilecek Kimse Var mı?

Müslümanlar bir İmam-ı Kebir'e biat edebilirler ama böyle bir şeyin önündeki en büyük engel cemaat, hizip, fırka taassubudur.

Hiçbir cemaat veya fırka kendi hocasından başkasının İmametini kabul etmez.

Birinin başı İmam olsa, ötekiler kesinlikle biat ve itaat etmez.

İmam konusunda doğru olan şudur:

Cemaatler, tarikatler, hizip ve fırkalar üstü, herkesin sevdiği ve saydığı bir zatı bulup İmam yapmak.

İmam seçimi demokraside olduğu gibi genel seçimlerle yapılamaz.

On veya on iki kişilik bir aqiller ve bilgeler Şûrası kurulacak, onlar birkaç aday üzerinde müzakere edecek ve birini seçip Müslümanlara bildirecekler.

Söylemeye hacet yok, önce kendileri biat ve itaat edecekler.

Bu zat Selahaddin Eyyubî, Şeyh Şâmil ayarında biri olacak.

Günümüz Müslümanları birleşmemek konusunda ittifak etmişlerdir.

Hele bazı cemaatler...

Küfür ve nifak derin güçleri Müslümanların birleşememesi için İslam Protestanlığı çığırı açmışlardır.

Müslümanlar Ehl-i Sünnet dairesi içinde birleşebilir.

İmam-ı Kebir seçmek ve Müslümanların ona biat ve itaat etmesi çok zordur diye bundan vaz mı geçelim? Böyle bir vaz geçiş intihar olur, İslamın temel bir prensibini üstü kapalı da olsa inkar manasına gelir.

Çok önemli bir soru: Günümüz Türkiyesinde güçlü ve ehliyetli bir İmam-ı Kebir adayı var mıdır? Bendeniz böyle bir aday bilmiyorum. Aramalıyız...

Bir takım küçük ve mutaassıp adamların gönlünde İmamlık hayali vardır ama avuçlarını yalasınlar.

Hanedan-ı Âl-i Osman içinde mütedeyyin, musalli, muktedir, ehliyetli bir kimse var mıdır? Bu konuda da bir fikrim yok.

İmamet meselesini Müslümanlar mutlaka gündemlerine koymalıdır.

İslamî kesimin âqil ve bilge kişileri bu konuyu müzakere etmelidir.

Böyle bir İmam bulunur ve başa geçirilirse bendeniz biat ve itaat ederim.

Lakin bazı şartlarım var:

1. Ehl-i Sünnet itikadında olacak... 2. Ehliyetli olacak... 3. Muttaqi olacak... 4. Hizip ve fırka fanatiği olmayacak... 5. Hâdimü'l-mille ve'l-Ümme olacak... 6. En az üç tarikattan hilafeti olacak... 7. Hem İslam'ı bilecek, hem çağdaş kültüre sahip olacak... 8. Ahlakının ve karakterinin yüksekliğini düşmanları da kabul edecek... 9. Birleştirici, toplayıcı, kucaklayıcı olacak...

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi