M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Müslümanların Zilletinin Sebepleri

Müslümanların Zilletinin Sebepleri

BAŞöRTüSü meselesi bir türlü halledilemiyor... Bu konuda hükümet galiba pes etti, havlu attı... Müslüman anne babalar 15 yaşından küçük çocuklarına din ve Kurân dersleri verdiremiyor... Diyanet, yukarıdan gelen derin baskılarla iki bine yakın özel din-Kurân kursunu kapatmış... Başörtülü Müslüman kadınlar bazı resmî kurumlara giremiyor... Birtakım terbiyesiz medyacılar İslâm’a ve Müslümanlara hakaret edip duruyor... Müslümanlar, çoğunlukta olmalarına rağmen kendi vatanlarında ikinci sınıf vatandaş, sömürge yerlisi statüsünde yaşıyor... Seçtikleri iktidara, güçlü bir azınlık düşman olarak bakılıyor...

Din hürriyeti konusunda daha yüzlerce olumsuzluk sayabilirim...

Bütün bunlar sebep değil neticedir.

Bunlardan kurtulmak, hürleşmek, ülkemizde birinci sınıf vatandaş olmak istiyorsak sebepleri araştırmamız, çareler ve çözümler aramamız gerekir.

Bize en fazla zarar veren şey, “Biz çoğunluktayız, kelle sayısı bakımından üstünüz. Demokrasiye ve particilik sistemine göre en fazla oyu biz alırsak iktidar oluruz...” saçma düşüncesidir.

Bundan daha büyük yanlış olamaz.

Biz yüzde 90 oya sahip olsak bile, belimizi büken aczlerimiz, yanlışlarımız, düşüncesizliklerimiz, yetersizliklerimiz devam ettikçe kurtulamayız, düze çıkamayız.

Geriliğimizin, esirliğimizin, ezilmemizin, güdülmemizin ana sebepleri nelerdir?

Birincisi: Yeterli sayıda çok iyi okumuş, çok iyi yetişmiş güçlü, vasıflı, üstün Müslüman elemana sahip değiliz. Bizde beş altı dil bilen kaç kişi çıkar?.. Eleman derken sadece doktorları, mühendisleri kasd etmiyorum. Büyük medyacılar... Büyük hukukçular (hukuk mimarları)... Büyük eğitimciler... Büyük mimarlar... Büyük fikir adamları... Büyük siyasetçiler... En az beş dil bilecekler, Avrupa ve Amerika üniversitelerinde güçlü eğitim ve ihtisas yapmış olacaklar, karizmatik bir kişiliğe sahip olacaklar... Miktarları ne kadar olacak? Yeterli miktarda mevcut olacaklar...

İkincisi: Yeterli sayıda çok yüksek din alimlerimiz, tarikat şeyhlerimiz yok. Soruyorum: İstanbul’da hem Ezher’de, hem bir ABD üniversitesinde okumuş, hem İslâm’ı çok iyi bilen, hem de çağdaş kültüre hakkıyla vakıf bulunan; Arapça, Farsça, İngilizce, mükemmel Osmanlıca, Fransızca bilen, Eski Grekçe bilen; yabancı dillerde kitapları yayınlanan, bir sanat dalında eserler veren, aruzla şiir yazan kaç imamımız vardır?

üçüncüsü: Benim, yetişmesini istediğim/güçlü, vasıflı, üstün Müslüman elemanları Türkiye’de yetiştirtmezler, böyle bir şeye izin vermezler. O halde bunlar Avrupa ülkelerinde yetiştirilecektir. Böyle elemanlar yetiştirmek için planımız programımız, çalışmalarımız, teşkilatımız var mıdır? Din düşmanları beş dil bilen, iki Amerikan üniversitesinde okumuş, on parmağında on hüneri olan elemanlar yetiştirecek, biz ise yetiştirmeyeceğiz. Neymiş efendim, biz bu vatanda sayıca çokmuşuz... Seçimleri kazanır ve tepeden ülkeyi ele geçirir, güzelce idare edermişiz... Bırakalım artık bu kuruntuları, saçmalıkları...

Dördüncüsü: Bu memlekette Müslümanlar çoktur, çoğunluktadır ama bin parçaya, fırkaya, hizbe, cemaate bölünmüşlerdir. Düşmanlarımızın “Böl, parçala ve hükm et” tuzağına düşmüşüzdür. Kurtulmak istiyorsak birleşmemiz lazımdır (BİRleşmek). Başımızda bir İMAM yahut EMîR seçeceğiz, dinî/ruhanî konularda ona itaat edeceğiz ki, çoğunluk olalım ve kurtulalım.

Beşincisi: Hürriyet ve esaret bir kalite ve keyfiyet meselesidir. Biz çoğunluktayız, o halde hür olmamız gerekir düşüncesi eksik bir düşüncedir. Kemmiyetin (rakam çokluğunun) keyfiyetle birlikte olması gerekir.

Geri toplumlar sebeplerle neticeleri birbirinden ayırt edemezler. Neticeler daha somut, daha görünür, anlaşılması daha kolay olduğundan hep onların üzerinde dururlar, bir türlü sebepleri araştıramazlar, öğrenemezler, anlayamazlar.

Müslüman toplumun, kendisini aydınlatacak, bilgilendirecek, uyaracak, yönlendirecek yeterli sayıda kaliteli rehbere, aydına, idealist hizmetkâra ihtiyacı vardır.

Birtakım cemaatler, hizipler, fırkalar, tarikatlar büyük iddialarla ortaya çıkıyorlar, lakin Müslümanları esaretten hürriyete, zilletten izzete, acizlikten başarıya, iktidarsızlıktan iktidara götürecek hizmetleri hakkıyla ifa edemiyorlar. Böyle hizmetler kaliteli Müslümanlarla yapılır.

1. Bilgi ve kültür bakımından kaliteli... Hem İslâm’ı iyi bilecek ve anlamış olacak, hem de çağdaş kültürle mücehhez olacak.

2. Son derece yüksek ahlâka ve yüksek karaktere sahip olacak. Bahsettiğim hizmetler “Allah için kurban, küp için kavurma” zihniyetiyle yapılamaz, ihlâs, idealizm, feragat ve fedakârlık şarttır.

3. Ufuksuz kişi ve gruplar büyük hizmetler değil ancak küçük hizmetler yapabilirler. Müslümanların büyük, radikal hizmetlere ihtiyacı vardır.

Umreden gelen bir dostum anlattı, orada Türkiye’den gelmiş birtakım gençler görmüş. Sohbet esnasında onlardan biri “Bizim şeyhimiz her şeyi bilir, tasarruf sahibidir, biz müritlerine murakabe eder ve yönlendirir. Şu anda içmekte olduğum bir bardak sudan bile haberi vardır...” mealinde konuşmuş. Böyle şeyler İslam dinine uygun değildir. Bu şekilde adam yetiştirilmez.

Müslümanların kurtulmak ve hürleşmek için yeni Gazalîlere, yeni Mevlânâlara, yeni Şeyh Şamil ve Emîr Abdülkadirlere, yeni İsmail Gaspıralılara ihtiyaçları vardır.

Bu ihtiyaçlardan bihaber olanlar nasıl böyle adamlar yetiştirecek? Doğrusu işimiz çok zordur.

Mahmud Derviş

FİLİSTİNLİ şair Mahmud Derviş 67 yaşında vefat etti. çağdaş Arap edebiyatının büyük temsilcilerindendi. Arapça’nın ve onun özelliğini anlatmak için şu sahneyi gözünüzün önüne getiriniz lütfen.

Mahmud Derviş Fransa’da bir salonda şiirlerini (Arapça olarak) okuyor. Dinleyenlerin büyük kısmı bu lisanı hiç bilmiyor. Şair saatler boyunca neşidelerini terennüm ediyor ve herkes hiç bıkmadan, aksine büyük zevk ve haz alarak hayranlık ve vecd içinde dinliyor. Okunanların lisan bakımından mânasını anlamıyorlar ama ruhunu anlıyorlar. İşte şiir budur, işte Arapça budur, işte Mahmud Derviş budur. Bundan yüz sene önce Türkçe de böyleydi. Cenab Şehabeddin’in “Kar” şiiri ve daha nice nesir ve nazımlar böyleydi.

Eski Türkçe’den zevk almak için onu bilmek, konuşmak, anlamak gerekmezdi. O bir musiki idi. Musiki evrensel bir lisandır, anlamaya kabiliyeti olan herkes anlar, zevk alır.

Eski Türkçe’yi güzel konuşan bir insanın yanında, lisanı bilmeyen fakat musikiden anlayan biri konuşulanları notaya çekebilirdi.

Araplar lisanlarını ve yazılarını korudukları için bir dereceye kadar haysiyetlerini de korudular.

Zengin, edebî, yazılı Türkçeyle birlikte biz Türkiyeliler de çöktük.


Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi