M. Şevket Eygi

M. Şevket Eygi

Meskende İsraf Beyinsizliği

Meskende İsraf Beyinsizliği

Çok muteber, çok sağlam bir kaynakta yer alan şu satırları bütün Müslümanların ibret bakışlarına sunuyorum:

Resulullah (Salat ve selam olsun ona) Dumetü’l-Cendel  gazasına çıkmıştı. O yok iken, hanımlarından Ümmü Seleme odasına/meskenine (güneşte kurutulmuş) kerpiçten bir duvar yaptırmıştı. Peygamberimiz Medine’ye dönünce, kerpiç duvarı görünce, bu bina nedir diye sormuştu. Ümmü Seleme: YâResulullah, halkın gözlerinden gizlenip korunmayı arzu ettim ve bu kerpiçten duvarı ördürttüm cevabını vermişti:

Resulullah ona şöyle demişti:

-Ey Ümmü Seleme! Müslümanların mallarının (paralarının) içinde şer ve hayırsız olanı yapıya giden, yapıya bağlanandır. (İbnSa’d, Tabakat)

Hikmet dini olan İslam’ın temel değerlerinden biri, israfın haram olmasıdır. İsraf haram değildir diyen bir kimse dinden çıkar.

Resulullah Efendimiz, hanımlarından birinin yaptırdığı  pek basit bir duvardan bile hoşlanmamıştır.

Zamanımızda dehşet verici genel yaygın bir israf görülmektedir.

Bilhassa binalarda, meskenlerde.

Hayat tarzında… Yemede içmede… Konaklamada…

Bendeniz, bundan bin dört yıl önceki gibi toprak evler yapılsın demiyorum. İsraf edilmesin diyorum ve yüzde bin haklıyım.

(Toprak mimarisi, zamanımızda büsbütün terk edilmiş değildir.  Lütfen Mısırlı ünlü mimar Hasan Fethi’yi inceleyiniz; Fransa’daki CRAterre toprak mimarisi çalışmaları hakkında bilgi edininiz.)

Mesken ev konusunda ne gibi israflar yapılıyor:

* Evlerin metrekareleri ihtiyacın üzerinde oluyor. İlle de genişlik, şatafat, büyüklük isteniyor.

* Zeminlere en pahalı parkeler, granitler, seramikler döşeniyor.

* İhtiyacın ötesinde lüks mobilyalar, lüks perdeler, lüks cihazlar ediniliyor. Evler lüzumsuz ve faydasız eşya ile dolduruluyor.

Tarihin derinliklerine inmeye lüzum yok. Ev konusunda bir bize bakalım, bir de Japonlara. Onların evleri bizimkilerden daha küçük ve mütevazı.

Onlar evlerini ardiye gibi eşya ile doldurmuyor.

Onlar yer yataklarında yatıyor, yer sofralarında yiyor.

Halkı küçük ve mütevazı evlerde yaşayan Japonya bizden kat kat zengin ve ileri.

Muazzam bir otomobil sanayileri var. Üretimleri dehşet, ihracatları akıllara durgunluk verecek yükseklikte. İlim, teknik, kültür, medeniyet, sanat var orada.

Türkiye son kırk yılda meskene, otomobile, mobilyaya, elektrikli ve elektronik ev eşyasına, en pahalısından parkelere, granitlere, lüks ve pahalı giysilere, lüks telefonlara trilyonlarca dolar harcadı, bu muazzam sermayeyi betona gömdü.

Mütevazı, kanaatli ve ölçülü olup, bu trilyonların yarısını ihracata dönük sanayi ve ticaret işlerine yatırsaydık, biz de Japonya gibi olur, hattâ onu geçerdik.

Bunları anlamak için iktisatçı, maliyeci olmak gerekmez. Hesap çok basittir.

Japonlarda Japon kafası, zihniyeti, aklı var. Bizde ise Latin, Akdeniz kültürü. Hispanik zihniyet desem anlaşılır mı?

Yüzölçümü, nüfusu, imkanları bizden çok geride olan Güney Kore hasıl kalkındı? Bunu düşünüyor muyuz?

Bir ülkenin birinci sektörü inşaat, mesken, betonlaşma ev’leşme olursa, o elbette yeteri kadar, olması gerektiği gibi ilerleyemez.

Biz, Tanzimat’tan sonra lüks ve ihtişamlı saraylar inşa ettik, Japonlar Batı’ya açıldıktan sonra dışarıdan faydalı ilimleri, tekniği aldılar, okullar, üniversiteler, fabrikalar açtılar, 1905’te Rusya’yı yendiler.

Biz, şapka giymekle çağdaş uygarlık düzeyine fırlayacağımızı vehm eden zihniyetin kurbanı olduk.

Japonlar kimliklerini değiştirmediler, biz kendinize yabancılaştık.

Japon devleti Şintoizmle savaşmadı, bizim resmî ideolojimiz Don Kişot’un yel değirmenlerine saldırması gibi İslam’a saldırdı.

Milyonlarca insanımız hâlâ lüks, israf, şatafat, gösteriş peşinde koşuyor.

Türkiye’miz lüks ve pahalı cep telefonu konusunda dünya birincisiymiş.

Üretemiyoruz ama satın almakta, hava atmakta, caka satmakta bizden üstünü yok.

Lüks ve israf hastası bir toplum.

Cep telefonu hastası bir toplum.

Yararına ve zararına olan şeyleri ayırt edemeyen bir toplum.

Ünlemlerle, sloganlarla düşünen ve konuşan bir toplum.

Liselerinde doğru dürüst Türk edebiyatı ve mantık okutulamayan bir toplum.

Akıllı, vicdanlı insanlarımız yok mu? Elbette var ama istisna olmuşlar, malum, istisnalar kuralı bozmaz.

Geniş topraklarımızda, ihtiyacımız olan ekmeklik buğdayımızı bile üretemiyoruz ve eksiğimizi dışarıdan satın alıyoruz.

Yeteri kadar hayvan besleyemiyoruz, dışarıdan et ithal ediyoruz.

Müslüman kesimden bazıları lüks ve ihtişamlı umre seyahatleri yapıyor.

İçkili, fuhuşlu lüks mekânlarda ihtişamlı iftar ziyafetleri.

Benim iftarım senin iftarından daha lüks idi beyinsizlikleri.

Japonlar, Latin yazısından bin kere zor, çetrefil yazıyla yükseldiler. Biz, 1928’den önceki Türkçe kitapları, sanki Çinceymiş gibi okuyamıyoruz.

Güney Kore devlet büyükleri yüzde yüz millî Kore otomobillerine biniyorlar da, bizimkiler niçin Alman otomobillerine kuruluyor?

Halk kuyrukta, vekiller VIP salonlarında keyf çatıyor.

Jakuziler suyu nasıl çalkalıyor?

İngilizler, türedi zenginlerimizin şımarık ve hoppa çocuklarıyla alay ediyor.

Fransa’ya kızıyoruz, Fransızca eğitimini köstekliyoruz. Bir kültür vasıtası olan Fransızcanın ne kabahati var? Fransa atom silahları yapıyor, nükleer santrallar, uçak gemileri, denizaltılar, savaş uçakları, muazzam bir millî otomobil sanayii var. Her konuda ilmî araştırmalar, kültür, sanat, iyi veya kötü bir medeniyeti var. Sen de yapsana, sen de öyle olsana, onu geçsene.

Benim evimin parkeleri gül ağacından… Benimki akajudan…

Benim otomobilim cafcaf marka, seninki ne marka?

Beş yıldızlı otelde rahat edemedik, yedi yıldızlısına geçtik.

Japonya mı?.. Japon suşisini çok severim…

***

İnşaat sektörümüzde büyük bir kriz olduğu rivayetleri var.  İleride bir yıkım olabilirmiş… Hiç şaşmam.

Önceki ve Sonraki Yazılar
M. Şevket Eygi Arşivi